12 Eylül 2007 Çarşamba

ORHAN PAMUK NOBEL ÖDÜLÜNÜ ALDI.

ORHAN PAMUK NOBEL ÖDÜLÜNÜ ALDI.

Türkiye’de 30 bin Kürt öldürüldü. Bir milyon da Ermeni" dedi.Ve ‘Beni AB ilgilendirmiyor. Ben AB’yi düşünce özgürlüğü, açık toplum ve demokrasi için istiyorum’ diye ekleyen Orhan Pamuk Nobel ödülünü aldı.Gerçekten çok mutluyum ve gururluyum.Ben Orhan Pamuk’u sevemedim kitapları benim tarzım değildi ama şu anda elde ettiği başarı çok önemli.Ben Ermenilerle ilgili sözleri söylediği zaman da onu kınamadım.O tarihteki bir olaydan söz ediyordu.Ben tarihte hiç kimsenin sütten çıkmış ak kaşık olmadığına inanıyorum.Herkes hayatında zaman zaman hatalar yaptı.Ama bugün edebiyat alanında çok önemli bir gün. Fransız Meclisi'nden Türkiye aleyhine bir karar çıkmasının üzüntüsünü yaşarken böyle bir ödül beni sevindirdi. Türkçe yazan bir romancı bu ödülü aldığı için sevindim. Pamuk'la ilgili, edebiyatıyla ilgili görüşlerim ne olursa olsun onu savunmam gerektiğini düsünüyorum. Bu ödül bir ölçüde Türk edebiyatına verilmiş bir ödüldür. 54 yaşındaki Pamuk’un Adonis, Ryszard Kapuscinski, Joyce Carol Oates, Ko Un ve Philip Roth gibi yazarları geride bıraktı. Yıllardır dünya gündemini sadece Kürt, Ermeni, Kıbrıs meseleleriyle dolduran Türkiye’nin, bir Nobel yazarı çıkarmasına gerçekten çok sevindim. Bu gururu bizler de taşıyabilmeliyiz, bir zamanlar "düşünce özgürlüğü mağduru" olduğu düşüncesine kapılan Orhan Pamuk da taşıyabilmeli.At gözlüğü ile hayata bakmayı biraz kenara bırakmalı bazı grçekleri görmeliyiz.Özdemir İnce’’ Orhan Pamuk sıradan bir yazardır. Türk edebiyatı roman ödülünü kazanmadı. Orhan Pamuk'a Nobel ödülü verildi. Nobel kazanmış olan Pamuk, Ermeni soykırımını kabul ediyor. Bu son derce önemli bir şeydir. Aşılması gereken ve aşılamayacak bir azman olacaktır. Türkiye satışa çıkarılmıştır, Türk tarihi açık artırmayla satılmıştır. Açık arttırmanın en sıfır noktasında satılmıştır. Bundan dolayı utanç duyuyorum. Bunu söylemem lazım.’’ Dedi ve saçmaladı.Bence bu bir hasetliktir,her zaman olduğu gibi Türk’ün sevgisizliğidir.Koskoca Yaşar Kemal Orhan Pamuk’u arayıp ilk tebrik eden oldu.Sevsekte sevmesekte bir gerçek var. Karşı görüşleri "Vatan haini, satılmış" olarak niteleyen bir ülkede , buna karşı dik durarak bu ödülü aldığı için Orhan Pamuk'u kutluyorum. Çok sevinçliyim. Hem Orhan Pamuk adına, hem Türk edebiyatı adına bu sevincim. Çünkü Türkiye'nin yüzyıllardan süzülüp gelen köklü edebiyat geleneği ve çağdaş edebiyattaki gücü, böyle bir ödülü çoktan hak etmişti, bunu kişisellikten öte Türk edebiyatına verilen bir ödül olarak algılamak gerekiyor. Bu bakımdan da çok sevinçliyim.Ve yürekten kutluyorum.

ATATÜRK'TEN SONRA Kİ GERÇEK KAHRAMAN

ATATÜRK'TEN SONRA Kİ GERÇEK KAHRAMAN

‘promete şimdi kentte

kayalara bağlı değil

beton duvarlarla çevrilidir

kartalların giremeyeceği bir semtte

kendi kendini kemirir"’

Bülent Ecevit halktı, halktandı.Gönül adamıydı…Âşıktı…Sevdalıydı…Sevilendi…Gazeteciydi…Yazardı…Şairdi.O her şeydi.Türkiye’nin bir daha göremeyeceği en dürüst,en ilkeli,en doğru siyaset adamıydı.Ve onu da yok ettiler işte…Ülkemizi tek tek satanlar,her türlü sahtekarlığı yapanlar,dini sömürenler kına yaksınlar…Elimizde kalan tek doğru adamıda kaybettik…Şimdi televizyonlara çıkıp konuşuyorlar…Onu kıran,söylemedik laf bırakmayan ama onun sayesinde siyasetçi olanlar(ki bu lafa sinir olurum ama onlar siyaset adamı değil sadece siyasetçiydiler) Ecevit’i hep haklı bulmuş sanki onun izinde yürümüşler CHP’yi Atatürk’ün kurduğu Ecevit’in savunduğu CHP yi yıkmamış sirk haline getirmemişler gibi ağızlarında ve gözlerinde hiç inandırıcılığı olmayan lafları geveliyorlar…

Pek o kadar göremesek de uzağı…

Kuşların uçuşundan belli…

Bir şeyler olacak yarın…

Öbür günden önemsiz…

Bugünden önemli…

Büyük bir kahraman gitti.Artık ne olacak?Zaten umutsuzdum artık tek umudumuz da gitti…Galiba buraları terk etmek zamanı geldi.Ya da son bir kez atağa geçip, Vasiyeti yerine getirmeye çalışmalı.Nasıl olacak nasıl yapacağız bu yozlaşmışlık ,bu ülkeyi reddedenler arasında bilmem ama son bir kez şahlanmalı.Son kez denemeli…

Atatürk’ün CHP sini,Bülent Ecevit’in vasiyetini yeniden yaratmak zorundayız.Yoksa ne Atatürk,ne Ecevit ne Türkiye Cumhuriyeti ne de bu ülke için kanını dökenler hakkını helal etmez…



ŞAKA GİBİ

ŞAKA GİBİ
Türkiye de gün geçmiyor ki mizah hayatımızın dışında olsun.Her gün bir çok olaya denk geliyoruz.Dünyanın mizahı en bol ülkesiyiz ama yüzler gülmüyor. İnsanlar gergin, sıkıntılı. Hemen herkes dokunsan ağlayacak durumda.
okuduğum bir haber yine takkemi önüme aldırdı,kendimi düzeltebilmek ve şirketteki hisselerime kavuşabilmek için beş vakit namaza başladım..Ordan da aklıma tefecilik yapan ama asla bunu kabul atmeyen ben insanlara yardım ediyorum diyen,günde beş vakit namaz kılan ama diğer aralarda zinaya açık,her daim seksten söz eden her kadına ince nağmelerle yazılan,bir arkadaşım düştü aklıma…
Bu arada önemli toplantıların ortasında, hele ki Cuma günleriyse başlayan koşuşturmaca ve namaz kılınacak yerin bulunması bana tebessüm ettiriyor mesela….
Milli Eğitim Bakanı, Öğretmenler Günü’nde yaptığı açıklamada, öğretmen maaşlarına ‘para yokluğu’ nedeniyle zam yapılmasının söz konusu olmadığını bildirdi. Aynı bakan, 15 yeni üniversite kurulsun diye çaba harcıyor. O iş için gerekli katrilyonların nereden bulunacağını bilen yok! Başbakan ise ek ders ücretlerinin artacağını söylüyor

Hırsızların ön kapıdan alınıp arka kapıdan çıkartıldığı yasa boşluğunda binbir zorlukla yetişen bir profesörün yaka paça götürülmesi mizah gibi geliyor bana.
Ne istendiği, neyin amaçlandığı belli değil. Sanki birileri şaka yapıyor gibi…

CANIM ATATÜRK

CANIM ATATÜRK

Cumhuriyet’in üzerine ‘İslami demokrasi’ kimliği giydirildi.


Batı’da Türkiye Cumhuriyeti’nin adı artık ‘İslami demokrasi’ oldu, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya devlet adamları bu sıfatı beyanatlarında kullanıyorlar artık.Ve kimse ne tür planlar içinde nereye doğru gidiyoruz,hangi emellere alet oluyoruz kimse görmüyor veya görmek istemiyor,aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali her şey tepetaklak olmuş..

Aslında hepimiz biliyoruz ki bir sinsi planın içindeyiz.

Adım adım, alttan alttan, sinsi sinsi Türkiye’nin yönü çağdaşlıktan-uygarlıktan çevrildi, kelimenin anlamını bir türlü çözemediğimiz ılımlı İslam’a doğru yol almaktayız.
Ve hepimiz buna alet oluyoruz…Bir araya gelip 2 kelam söyleyemiyoruz…Her türlü yolsuzluğu ört bas edebilen yasalar da bu konuda boşluk var…Ve ATATÜRK’E SAHİP ÇIKAMIYORUZ.FARKINDAMIYIZ BİLMEM AMA BÜTÜN KALELERİMİZ YOK OLUYOR…
Atatürk’ün ölüm gününde özel bir kanalın en çok izlenen haber programlarından biri kalkıp programa kaynana Semra ‘yı ve şehit kelimesinin anlamını bile bilmeyen cahilin cesareti çok olur misali uyuşturucudan öldüğü halde Türk bayrağına sarılan bence adını söylemeyi kendime yakıştıramadığım ihanet sayacağım birilerini programa konuk alıyor ve son cümlelerini günün anlam ve önemine göre bağlıyor….
Canım Türkiyem Avrupa yolunda ılımlı İslamla ilerliyor….
Canım ATATÜRK’ÜM SENİN ADIN KİMLERLE NERDE ANILIYOR….


AĞIR BİR ŞAKA

AĞIR BİR ŞAKA

2 yıl önce katıldığım bir TV programında Büyük şehir Belediyesine aday olan bir hanım o dönemin kadından sorumlu Devlet Bakanına bu kadar zamandır ordasınız ne yaptınız diye sormuştu Bende Tarih tekerrürden ibarettir ben siyasete girdiğimde aynı soruyu umarım size sormam demiştim…
Şimdikiler 3 yıldan bu yana iktidar. Meclis’te korkunç bir çoğunluğa sahip. !
Ve ne yapıyorlar ılımlı İslam konusunda hızla ilerliyorlar.Ve yarın diğer nesiller bize soracak,Atatürk Türkiyesi için ne yaptınız diye…

Türbanlılar ve türbanı savunanlar…Sizede sorulacak bir gün bu ülkeyi yok etmek için ne yaptınız diye….
Avrupalıların da oyunlarına alet olmayalım lütfen…Onlar geçmişin intikamını alıp bizim karşımızda gülmelerine izin vermeyelim…Anladık mizahı çok seven bir ülkeyiz ama bu şaka biraz ağır bir şaka.

REÇETESİ YOK…

REÇETESİ YOK…
Efendim geçenler de bir arkadaş toplantısındayım bir arkadaşımın evine hırsız girmiş,tam anlatmaya başlıyacaktı ki herkes bir hırsızlık olayı anlatmaya başladı bir de baktım ki benim bile unuttuğum 2-3 tane olay çıktı…
Yaptığımız araştırmalarda 25 bin kadar kayıtlı hırsız varmış…Avrupa ülkelerinde yaptığımız araştırmada maksimum 600 kadarmış…Biz yine bir Türk dünyaya bedel hesabı hırsızlık olayları ve hırsızlık mesleğiğle yine Avrupa’ya bedel oluyoruz..
Üstelik her geçen gün hızla artıyor hatta ön kapıdan alınıp yersizlik nedeniyle arka kapıdan çıkıyorlar…Eh,Ülkede ilerleme yok diyenlere belki bunu sunabiliriz!!!
Bu acaba
toplumsal bir eğilim mi?…Çünkü düşünürsek hayatımızın her kesiminde hırsızlık var…
Gıda maddelerinde hile var,mütahitlerin yaptıkları konutlar da hile var,konutların yarısı ya eksik malzemeyle yapılıyor yada çalıntı arazi üzerine…Su , elektrik çalıntı..
Devlet yatırımlarının sadece yüzde 15’i yerine ulaşabiliyor, gerisi çalınıyor.
Vergi hırsızlarını tesbit etmenin olasılığı yok…
Bağışlanan organlar kayıp…
Yoksullar için hazırlanan Yeşil Kart’tan, felaketzedeler için gönderilen yardımlar dahi çalınıyor nereye gittiği tesbit edilemiyor..
O zaman bu iş kanımızda var yani,hani kanımı kessen sar-lacivert akar gibi sloganlar milada karışıp hani kanımı kessen çalıntı akar mı oluyor…
O zaman sormak lazım, hırsızlık toplumsal bir eğilim mi?
VE GALİBA BUNUN REÇETESİ YOK…



YAŞAMAK

YAŞAMAK
yaşamak ne kadar güzeldir aslında..
sağlıklıyız, işlerimiz yolunda, doğa güzel, hayat güzel..
fakat inişli çıkışlıdır hayat..
her zaman mutlu olamaz, sürekli de acı çekmeyiz..
bu biraz da bizim yaşamı algılayışımız ve beklentilerimizle ilgilidir..
bardağın dolu mu? boş mu? olduğunu görmek gibi..
küçük mutlulukları büyütebilmek gibi..
büyük acıları da küçültebilmek gerekir..
karamsar, bıkkın ve mutssuz hissederiz bazen kendimizi..
anlamı var veya yoktur.. yaşam acı gelmeye başlar zaman zaman..

böylesi zamanlarda durup bir derin nefes almak, küçük molalar vermek gerekir..
yeniden başlamak için kendimizi sorgulamak..
belki de yargılamak!
bize acı veren nedenleri başka yerde aramak doğru değildir..
kişinin en çok kavgası kendisiyle olmalıdır..
kendini aşmayı, yenilemeyi, "yeniden" demeyi bilmek gerekiyor..
yoksa sürekli acılarla yaşamak mümkün..
"acı" ya,
"tat" olarak alışmak mümkün..

internetten gelen bir mesaj bunları düşündürdü bana..
Hintli ustanın "acı çektiğini" söyleyen çırağına, önce bir bardak, sonra göldeki suya bir kaşık tuz karıştırarak tadına bakmasını istemesi..
bardaktaki suyun tadının "acı", göldeki suyun "ferahlatıcı" gelmesi ve ustanın söylemi:

-"Yaşamdaki ıstıraplar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Istırabın miktarı hep aynıdır. Ancak bu ıstırabın acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır. Istırabın olduğunda yapman gereken tek şey, ıstırap veren şeyle ilgili hislerini genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı bırak, göl olmaya çalış."

bardak olmayı bıraktım..
göl olmaya çalışıyorum..

İNTERNETTE OKUDUĞUM BU YAZI O KADAR ÇOK ŞEY DÜŞÜNDÜRDÜ Kİ BANA SİZLERLE PAYLAŞMAK İSTEDİM…

FARKINDA MIYIZ KALELERİMİZ YOKOLUYOR.

FARKINDA MIYIZ KALELERİMİZ YOKOLUYOR.

Evet bir şeyler değişiyor ama hangi yolda…

Cumhuriyet’in üzerine ‘İslami demokrasi’ kimliği giydirildi.

Batı’da Türkiye Cumhuriyeti’nin adı artık ‘İslami demokrasi’ oldu, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya devlet adamları bu sıfatı beyanatlarında kullanıyorlar artık.

Ve kimse ne tür planlar içinde nereye doğru gidiyoruz, hangi emellere alet oluyoruz kimse görmüyor veya görmek istemiyor,aman bana dokunmayan yılan bin yaşasın misali her şey tepetaklak olmuş..

Hepimiz elimizde birer valiz acaba AB hikayesi gerçekleşir de köşeyi dönermiyiz diye bekliyoruz.

Aslında hepimiz biliyoruz ki sinsi bir planın içindeyiz.

Adım adım, alttan alttan, sinsi sinsi Türkiye’nin yönü çağdaşlıktan-uygarlıktan çevrildi, kelimenin anlamını bir türlü çözemediğimiz ılımlı İslam’a doğru yol almaktayız.

İran görüntüsünü aratmayan protokol fotoğrafları,laiklik tartışmaları,haremlik selamlık olayları,tarikatların çoğalması…

Sanatın nerdeyse ahlaksızlık sayılması.Cumhuriyetin ilkeleri ayaklar altında,dinci kadrolar her yerde…

Ve hepimiz buna alet oluyoruz…Bir araya gelip 2 kelam söyleyemiyoruz…Her türlü yolsuzluğu ört bas edebilen yasalar da bu konuda boşluk var…

Ve ATATÜRK’E SAHİP ÇIKAMIYORUZ. FARKINDA MIYIZ BİLMEM AMA BÜTÜN KALELERİMİZ YOK OLUYOR…

Az önce bomboştu sayfam, bembeyaz dokunulmamış anılarımla örtülü

Oradan buradan şiirlerle sokuluyorum sevdalara ürkütmeden çok uzaklardan fırtınalı denizlerden

Alıp , Seni gizliyorum, maviliklerle

Gölgesine dizelerimin...

Ve korkuyorum artık güzel mavi gözlerin bana bakmaz,

Beni sessiz kalıyorum diye suçlar mı?

Daha çok çaba harcamalısın,

Sahip çıkmalısın elindeki sana verdiğim değerlere

Ve sahip çıkmalısın kendine diye

Duyuramadığın gözyaşların dökülür mü ?


EMEKLİ OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

EMEKLİ OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ

Bugün sizlere çok mutlu ve keyif dolu duygularla yazıyorum…Hayatımda bugüne kadar Devlet Tiyatrosundan yani yıllarımı verdiğim,babamın yıllarını verdiği emek harcadığımız,babamın DT ve idealleri uğruna sürüldüğü ve süründüğü,ben çok küçükken aylarca babamdan çok uzakta kaldığım idari sisteme karşı çıkıp maaşımızın kesildiği benim ve kardeşimin ekmeği için babamın yıllarca deli gibi çalıştığı ama ideallerinden ödün vermediği ayrı kaldığımda yani istifa ettiğimde çok acı çektiğim DT den emekli olmuş ama çok mutlu ve içinde büyük bir rahatlama olan bir sanatçı olarak yazıyorum.İnanması zor ama o kadar rahatım ki.

Bana kalsa geçen yıl istifa edecektim ama Türkiye şartlarında Sanatçı olarak garantin yoksa hayatının ne kadar zor geçeceğini bilen babam ve bazı arkadaşlarım onlar durdurdu beni..{ki onlar benim gerçek dostlarım ve inanın sayısı çok az…şimdi bazıları ayrıldım diye kına yakar artık.özel paketleme servisiyle bizzat ben göndericem.burda da sorun benim boşboş konuşup tiyatro kurtarma çalışmaları yapmayışım ama işimi yapmam ve Avrupa ve daha çok pek çok ülkede ismimi kanıtlamamın hazmedememesi olma ihtimali %100.Çünkü ben her zaman asla Alçakgönüllü olmadığımı söyledim.Şu anda Tiyatroda benim kadar bilgi sahibi ve başarılı sanatçı her zaman çok az,{ki bunlardan biri de Ferdi Merter…}demişimdir.Merak edenler www.almulamerter.com adresime girip biografime bakarak anlayabilirler.}

Gerçekten çok mutluyum,çünkü son zamanlarda sadece özel ilişkilerin yürüdüğü {ki bu da benim hiç başarılı olamadığım bir alandır ,çünkü son söylenecek sözü her zaman ilk olarak söylerim}artık Atatürk’ün sanatçıya verdiği önemden çok uzaklarda olduğunu düşündüğüm kurumdan ayrılıp dışarıda yine savaşı mı yürütebileceğim için çok mutluyum.

Şimdi bazı çok bilmişlerden benim DT tiyatrosunda ne yaptığım hakkında laf salatası yapanlar da olacaktır.Bankamatik sanatçısı olduğuma dair…Evet her ay gidip maaşımı bankamatikten büyük bir mutlulukla aldım.Ama bunda en küçük bir gocunmam olmadı,çünkü ben iş te reddetmedim,raporda almadım.Devlet Tiyatrolarında bu işlerden anlayanlar beni uygun görmedi,benim 4 dili anadilim gibi konuşmam,ayrıca 2 dili daha bilmem Sevgili Yücel Erten’den sonra reji konusunda gerçekten eğitimli biri olmam,dünya vizyonumun olması,işleri biliyor olmam,yurt dışında sürekli oyunları seyrediyor olmam,yazı yazma becerimin olması eh,bazılarına da beğenmeselerde önemli işlere imza atmış olmam ,oturarak sanatçı olmanın yada bazı yerlerde Tiyatroyu kurtarma çabalarına katılmanın doğru olduğunu kabul edenlerin yada hoşlanmadığın halde veya düşünceleri paylaşmasan bile çeneni tutup başını sallamalısın ki sana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesini paylaşanların arasında yer alamadığım için zaten sanat yapmaya pek uygun bulmadılar beni…{şimdi burada da hemen vajına monologlarının nasıl bir sanat olduğunu tartışacaklar da çıkacaktır.Hala anlayamadıkları başka bir şeye hizmetti bunu da söylemeden geçmeyim.}{Ayrıca keyfime para harcamak yerine yurt dışında kazandığım parayı burada cahilce Tiyatroya ve tiyatro salonuna gömmek ve borç altına girmek te pek uygun bir şey değildi…}{ah bunları size yazarken Türkiye’de sanatın çok yorulmadan para kazanmak olduğu düşüncesini bilmeden davrandığımı fark ettim..yazık bana ki okullara ,kitaplara ve tiyatroya bayağı para harcamışım.}

Neyse efendim,ben pek bir mutluyum.Hiç olmazsa artık istediklerimi daha rahat söyliyeceğim,daha rahat yazacağım{yani eskiden olduğu gibi-ama hiç olmazsa ailem yani hiç olmazsa şu memurluğunu zora sokma diye üzülüp bana söylenmeyecekler}

İstediğim gibi ATATÜK ilkelerine sahip çıkacağım onun sanatçıya verdiği önemi anlamasalar bile anlatmaya çalışacağım.İstediğim gibi eğitimime devam edeceğim,kendimi geliştirmeye çalışacağım,belki birkaç ülkede daha çalışır birkaç dil daha öğrenirim.{Bu arada bu duygularımı çok hızlı ve heyecanlı bir şekilde yazdığım için bazı hatalar yapabilirim,biliyorum alıntılar yaparak dikkat çekecek bazı eleştirmenler çıkabilir,onlara da her zaman gülümsemişimdir}

Lafı uzatmayayım.Ben yine buralarda olacağım ve işimi yapacağım…Geride kalanların YOLU AÇIK OLSUN….

ALMULA MERTER

DÜNYACA ÜNLÜ GERÇEK TİYATRO SANATÇISI

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ ERTELENECEK.

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMLERİ ERTELENECEK.
Gündem birkaç aydır cumhurbaşkanlığı seçimleriyle dolu…16 Nisan’a kadar isim telaffuz edilmeyeceği söylendiği halde yavaş yavaş bazı isimler ortaya dökülmeye başlandı…Neden telaffuz edilmeyecekti,çünkü Sayın Başbakanımızın tek hayali Cumhurbaşkanlığı.Ama son gelişmelerle şu anda böyle bir şansı çok azaldı.Ama hayali bitmedi.
Şimdi Sayın Başbakanın Cumhurbaşkanı olamayacağı şu anda kesin.Biri mi önerilecek kendilerine yakın…Olabilir,bir süre bazı isimler ortaya atılacak.Seçim günlerine kadar..Ama ben kendimi düşünüyorum,benim Cumhurbaşkanlığı hayalim olsa,ve şartları ben belirliyor olsam ama bu arada ters giden bir şeyler olsa,acaba bir başkasının yolunu açarmıyım?Hayır açmam,açar gibi görünürüm.Çünkü açtığım kişi şu anda şartları ben belirlediğim için elbette seçilecek,çünkü halk tayin etmeyecek.Peki ben birinin seçilip 7 yıl buna devam etmesine katlanabilirmiyim? HAYIR!HAYIR!HAYIR…
O zaman ben olsam ne yaparım? Mesela GüneyDoğu da her şey çok karışık,Kuzey Irak’ta problemler var,ülke zaten karmakarışık,ekonomi feci durumda,PKK olayı tırmanışta…Acaba savaş kapımızda olabilir mi? Olabilir.En azından bu benim seçimleri 1 yıl süreyle ertelemem için bir bahane olabilir…Bülent Arınç zaten o da Cumhurbaşkanlığını hayal ediyor,1 yıl vekalet edebilir.Böylece onunda bu isteği gerçekleşmiş olur.Ben bu 1 yıl da kendimi toparlar,daha sevimli görülecek şeyler yaparım,mesela vergi affı çıkarırım ve iş adamlarıyla aram süper olur,ekonomide ince ayarlar yapar vatandaşa ‘azcık oh’ dedirtecek şeyler yaparım,ve ne bileyim biraz düşünürsem kendimi sevdirecek şeyler bulurum çünkü Türk halkı duygusaldır ve çabuk unutur. Böylece gücüme kavuşur 1 yıl sonra gümbür gümbür gelirim…Muhalefet buna ne der? Muhalefet benim için Deniz Baykal…Eh o da zaten bunu biliyor ve o yüzden bu kadar üstüne gidiyor,sonra biz uyardık o da dinledi diyecek ve CHP de bu işte başarı sahibi olacak…
Bu arada ben olsam Fethullah Gülen’in kasetlerini bir kez daha dinletirim,çünkü onun 6 yıl kadar önce söylediği şeyler aynen çıkıyor ve uygulanıyor…Bu 6. hislerinin kuvvetli olması mı demek acaba,yoksa Türkiye yi çökertme planlarının ön uyarılarımı?
Of ya yine trajedi habercisi gibi oldum…Beni tanıyanlar bilir,Tansu Çiller’in adının Başbakanlığa telaffuz edildiği günden beri ne söylesem aynen çıktı…6. hislerim çok mu kuvvetli ne!!!Ya da yeni meslek mi edinsem acaba?İyi film senaryosu yazarım gibi geliyor.Bazan ‘Komplo Teorisi’ filmini ben mi yazdım diye düşünmüyor değilim.Hani senaryolar çalınıyor ya….
Şimdi CHP li arkadaşlarım bana kızacak ama ne yapayım onlara da her zaman söylüyorum.Ben CHP ye tapıyorum ama Atatürk’ün CHP sine…Şimdiyi sevemedim,çünkü inandırıcı gelmiyor…Ya da 6. hislerim diyiverin şuna…
Neyse efendim,ben yine kendi kendime bir şeyler uydurdum ama ben tiyatrocuyum,hayal etmek ve üretmek benim işim…Artık emekli de oldum ya,boş zamanım çok…Sarıyorum böyle işte…
Sevgiyle kalın…

ÖLÜYORUM

ÖLÜYORUM
Son zamanlar bazı kişiler kızsa da benim fazla panik yaptığımı söyleseler de bütün endişelerim kapımızda…


Son zamanlar bazı kişiler kızsa da benim fazla panik yaptığımı söyleseler de bütün endişelerim kapımızda…



Engellemek için her yol denenecek olur veya olmazlar ama bu durum bile o kadar acı verici ki…



Artık hiçbir şeye yorum yapamıyorum…



Gerçekten. Dünden beri çok ağladım. Beni tanıyanlar bilir Atatürk’e ne kadar taptığımı…



Ve... adeta çıldırmak üzereyim…



Sanki bir kabus yaşanıyor ve uyandığımda her şey bitecek…Ama uyanamıyorum ve üstelik uyuyamıyorum da…



Her gün içtiğim bitkisel bir tablet birkaç saat gözlerimi kapatıyor ve kabuslarım başlıyor…



Bugün bir mail geldi 15 kasım 1995 Posta gazetesi…Ve Refah Partisi başkan yardımcısı Abdullah Gül şöyle bir açıklama yapmış.



‘’Artık Cumhuriyet döneminin sonu geldi…Laik sistemi değiştirmek istiyoruz.’’



Hiçbir yorum yapmıyorum, sözlerimi uzatmıyorum çünkü yazacak çok şey ama hiçbir şey yok…



Ben şu anda bile ağlıyorum, gerçekten… 29 Nisan’da yürüyüşte de elimden geldiğinin fazlasıyla Atatürk’ü haykıracağım…



T.C haykıracağım…Ama çok acı çekiyorum….



Atatürk’e ithaf ettiğim şiirimle sözlerime nokta koyuyorum…Zaten başka da söylenecek ne var?



Az önce bomboştu sayfam, bembeyaz dokunulmamış anılarımla örtülü


Oradan buradan şiirlerle sokuluyorum sevdalara ürkütmeden çok uzaklardan fırtınalı denizlerden


Alıp, Seni gizliyorum, maviliklerle


Gölgesine dizelerimin...


Ve korkuyorum artık güzel mavi gözlerin bana bakmaz,


Beni sessiz kalıyorum diye suçlar mı?


Daha çok çaba harcamalısın,


Sahip çıkmalısın elindeki sana verdiğim değerlere


Ve sahip çıkmalısın kendine diye


Duyuramadığın gözyaşların dökülür mü ?



SAYGILARIMLA

NE YAPSAM,DAĞLARA MI KAÇSAM?

Yazmak gelmiyor içimden…
Her şey o kadar kötü ,bozuk ve kokuşmuş görünüyor ki gözüme…Herkes timsah gözyaşları içinde.Geçenlerde baktım TV de Erkan Mumcu gözyaşları içersinde…Peki bana neden inandırıcı gelmiyor?Brezilya dizisi gibi Erkan Mumcu,gün geçiyor,ay geçiyor,yıl geçiyor çok şey değişiyor ama Erkan Mumcu da değişmeyen tek şey inandırıcı olmayan vatan millet diye döktüğü gözyaşları,siyasi kimlik itemediği ve sık değişen içinde yer alır göründüğü durum…Her an her yerde görebilirmişim gibi geliyor onu,yarın CHP nin önde gelenleri arasında bile olabilir.Ama Türkiye de siyaset böyle karışık bir şey işte…Aklım almıyor insanlar bu kadar uç siyasi kimlikler arasında nasıl gidip gelir acaba…Mesela İlhan Kesici,ora nere bura nere?Bu nasıl iş anlamadım gitti..Mesela ben Atatürk’ün CHP sine tutkuluyum ve hala da onu savunuyorum istiyorum…Bu sene oyumu onlardan yana kullanacağım halde inanmadığm için CHP den siyasete girmedim…Sadece başkalarına yol vermemek için…Bundan 2 sene önce en sıkıntılı günlerimde evime gelen paketi hiç unutamam…Kuran,seccade,peygamberin hayatı kitapları ve 4 tane kaset..Fethullah Gülenin konuşmalarından…O günlerde ben Vajina Monologları oyunuyla çok gündemdeydim,belki de insanlar üzerinde etkim olacağını düşünmüşlerdi…Belki de o aralar doğru yolu görseydim bugün kü sıkıntılarımı yaşamazdım,tiyatrom batmaz,ben batmaz,zengin bile olurdum…Ama ben bir uçtan bir uca geçtin mi inandırıcılığın olmayacağını o kadar iyi biliyordum ki…Bugün yine Anap ve DYP arasında uyum sağlandı, peki dün v bugün arasında ne değişti?Kocaman bir hiç,sadece belki biraz daha bal çalındı o kadar…Bu 22 Temmuz nelere gebe çok merak ediyorum ama yinede üstümüze düşeni yapmak ve Türkiye Cumhuriyetini korumak zorundayız.Her ne olursa olsun nazik mabadlarımızı kaldırıp görevimizi yerine getirmek zorundayız…
Bu arada ben CumhurBaşkanlığı seçimlerinin erteleneceği konusunda iddialıyım..Sayın Başbakanımızın bu makamı gerçekten çok istediğinden eminim ve bir 7 yıl beklemeyi pek göze alacağını sanmıyorum..Hazır K.Irak ta kargaşalar da var.Savaş kapımızda gözüküyor,işte en güzel erteleme nedeni…
Of ya yazmak gelmiyor içimden,kendimi trajedi habercisi gibi hissediyorum,bugünlerde kendimi hiç mi hiç sevmiyorum…Hayır kadınlarla ilgili yazınca adam bulamıyorum korkulacak kadın grubuna giriyorum,çiçek böcek desem ortaçağ cadılığıyla suçlanıyorum,siyasi şeyler kanıma dokunuyor,çok hırslanıyorum.
Ne yapsam kendimi dağlara mı vursam acaba?
Sevgiyle kalın Atatürk’ün emanet ettiği Türkiye Cumhuriyetinde kalın…
Almula Merter

25 Ağustos 2007 Cumartesi

NE ÖĞRENDİM BİLİYORMUSUNUZ?

Geniş ve rahat olmayı öğrendim…Ölümün dışında hiçbir şey göründüğü kadar önemli ve acil değil…
Coşkulu ve neşeli olmadığım zaman bunun hiç kimsenin suçu olmadığını ve gülümsemem gerektiğini öğrendim…
Cesur olmayı, değilsem bile öyle davranmayı öğrendim…Nasılsa arada ki farkı kimse anlamıyor…
Cazibemle 15 dakika idare edebildiğimi,ondan sonra mutlaka bilmem gereken bir şeyler olduğunu öğrendim…
Hiç kimsenin sır saklamadığını öğrendim….Çünkü herkes birine söylemek ihtiyacı hissediyor…
Yanıtını bilmediğim ve emin olmadığım konularda bilmiyorum demenin daha faydalı olduğunu öğrendim…
Ağzımı kapalı tuttuğumda fazla hata yapmadığımı öğrendim…
Başarıya çıkan bir asansör olmadığını tırmanmak gerektiğini öğrendim…
İnsanların bana sadece ben izin verdiğim şekilde davranabildiklerini öğrendim…
Kıskançlığın mutluluğun düşmanı olduğunu ve mutlu olmak için başkalarına güvenmenin sonsuza kadar hayal kırıklığı getirdiğini öğrendim…
İnsanların kendinden daha az başarılı insanlarla başarısını,mutsuz insanlarla mutluluğunu konuşmaması gerektiğini öğrendim…
Başkaları için olumsuz düşünüp acımasız ve kırıcı olanların aslında güçsüz kimseler olduğunu ve sevgiyi sadece güçlü insanarın bildiğini öğrendim…a
İnsanlara artık kızmıyorum çünkü hayatlarında hataları,sorunları,mutsuzlukları olan insanların karşılarındakileri kendi yerlerinde görmeye çalıştıklarını öğrendim…
Ben bu hatayı nasıl yaptım demek yerine en mükemmel düşünenlerin bile hata yapabileceğini önemli olanın ders alıp yinelememek olduğunu ve yeni hatalardan daha az zararlı çıkmayı öğrendim…
Hayatta ki en önemli çözümün neyin önemli olduğuna karar verip gerisini çöpe atmak olduğunu öğrendim…
BENİ ELEŞTİREN, BANA BİR ŞEYLER SÖYLEME YETİSİNİ KENDİNDE BULANLARA CEVAP VERMEMEYİ ÖĞRENDİM...ÇÜNKÜ HİÇ BİR ZAMAN BİTMEYECEKTİR....
Sadece ders almak için arkama bakmayı,sadece yüksek sesle düşünebilmek için sorumu bir başkasına anlatmayı öğrendim…Çözüm için değil…
İmkansız diye bir şey olmadığını,çok istediğimde imkansızı elde edebildiğimi,asıl savaşı kazanabilmek için küçük çarpışmaları kaybetmeyi göze almayı öğrendim…
Zamanı ve sözleri dikkatsizce kullanmamayı öğrendim…Çünkü geri alamıyorum…
Ne kadar çaba harcarsam harcayım bazılarının mutsuzluk için her zaman neden bulabildiğini öğrendim…ARTIK ÇABALAMIYORUM.
Önemli olan şeyin başkalarının benim hakkımda ne düşündükleri değil,benim kendim hakkındaki düşüncelerim olduğunu öğrendim…Kendimi yargılıyorum…
Affetmek ve Unutmak…Eğer güçlüysen başarabildiğini ve kin tutmanın beni rahatsız ettiğini öğrendim…
Nerde ve ne şartlarda olursa olsun yaşadığım yeri güzelleştirmeyi öğrendim…
Sürekli BEN DÜRÜSTÜM,BEN DOĞRUYU SÖYLÜYORUM,SEN FARKLISIN diyenlerden kuşkulanmayı öğrendim…
Durum ne kadar vahim olursa olsun,soğukkanlılığımı yitirmemeyi,gülümsemeyi,her şeyi negatif ve kötü düşünen mutsuz olan insanlardan ayrı kalmayı öğrendim…
Beni kızdıran birine cevap vermeden önce 10 saniye düşünmeyi,nefes almayı ve kendime sakinleşmek için zaman tanımayı öğrendim…

Bugünkü her üzüntümün ve her acımın benim yarınki mutluluğumu hazırladığını öğrendim…
Yapmak istediklerimden asla vazgeçmemeyi, büyük düşlerin gerçeklerden daha güçlü olduğunu ve başarmanın en kısa yolu olduğunu öğrendim…
Kaybedecek neyim var demek yerine , yaşadığım her şeyde kazanacak çok şeyim var demeyi öğrendim…
Hayatı gereğinden fazla ciddiye almamayı öğrendim…

En önemlisi kendime gülmeyi, kendimle eğlenmeyi, kendimi sevmeyi öğrendim…

18 Ağustos 2007 Cumartesi

ALMAN FİLM YILDIZI KATIA RIEMANN İLE RÖPORTAJIM

Katja Riemann


KATIA RIEMAN çok başarılı bir film yıldızı...Pek çok ödüle aday gösterilmiş... Jazz tutkunu... Kadın hareketleri temsilcisi,Tiyatro oyuncusu... Eve Ensler’in yarattığı ve tüm dünyada sürdürdüğü, benimde Türkiye’de sürdürmeye çalıştığım VDAY hareketlerinin bir parçası... Dünyanın pek çok yerinde yapılan etkinliklere gönüllü olarak katılıyor...Onunla bir araya geldiğimizde konu hep müzik üstüne oldu... O tam bir müzik aşığı ve oyunculuğunuda bu yönde kullanıyor...-Müziğinizi BANDİT grubuyla yapmaya nasıl karar verdiniz?Aslında müziğimizi Bandit grubuyla yapmak bizim için çok değişik bi fikirdi...Yapmak istediklerimi,zi oluşturduk demolarımızı hazırladık ve gönderdik...Gelen cevap inanılmaz sertti...Yasmin Tabatabai, Nicoletta Krebitz ve ben bir araya geldik... Tiyatroculuğumuzdan yola çıkarak textlerimizi hazırladıkFilmlerdeki en büyük başarının müzikten olduğunu bildiğimiz için herşeyi çok ince düşündük..Weanın teklifini kabul etmemiz yarım yılı aldı...Ve albümümüz 250.000 sattı...-Lirik güzelleme ye ne zaman karar verdiniz? Ve sesinizle ne zaman birleşti...Makaleler,hikayeler,şiirler,şarkı sözleri,günlük ve senaryolar....Bütün bunları önce zihnimde toparlıyordum..sonrada sözcüklere döküp kağıt üstüne aktarıyordum...Lirik güzellemeyi başaracağımı bilmiyordum...sadece şarkı sözleri sonrada onların üzerlerine bir şeyler çalmaya çalışıyordum..Dinlediğimizde inanılmaz şeyler çıktı..ve artık hazırdı..Ses kirişlerim tam değildi...Sesimin üzerine 7 ses akortu denediler..Sesim klasik stilde değildi...Tiyatroda konuşmayı biliyordum yalnızca....Münihdeki Falckenbergschul dan bir müzik öğretmeni 30 yaşından sonra bana müzik öğretmeye kalkıştı...Müzik öğretmenimden deliler gibi korkuyordum ve bu amaçla hastahaneye bile gittim...Berlindeki şan hocam bana biraz cesaret verdi....Sesim kısılsa bile şarkı söylemem gerektiğini söyledi...Kendimi asla caz şarkıcısı gibi düşünmedim.Ama oyunculuğumu hiç unutmadım.Hislerimle çıkardım bütün o sesleri....-Nasıl SPV ye geldiniz?Bir gün şimdiki Octett geldi ortaya...Konser vermek istiyorduk.Demo istediler,gönderdiğimiz organizatör plak olmazsa turne yok dedi.Ben grupta hem trompet çalıyordum hemde idareciydim.Michael Merkelbach plak şirketi aramaya başladı.Herkes caz mı olmaz öyle şey diyordu..Kırmızı şarap içenler için müzik yapın...’robbıe Wıllıams gibi yapın ‘dediler...O arada Frank Sinatra albümü yok satıyordu...Bizim plağı satacak birine değil,dükkanında teşhir edecek birine ihtiyaç vardı...O sırada Manfred Schıtz le tanıştım ve her şey yoluna girmeye başladı..Berlinde Soultrave de konserlere başladık..Artık canlı müzik de yapabilecektik...-Hangi müzikten ilham aldın?Kendince müzikte önderin var mıydı?Müzikte hiç bir modelim yok.Kendi yolumu kendim bulmak istiyorum.Biri gibi olmak onu taklit etmek değil,kendimin nasıl olduğunu bulup çıkarmak istiyorum.Hayatımın her döneminde dinlediğim müzik türleri var...Evimizde annemi çok üzdüğü için klasik müzik dinlemedik..Ben BEATLES,ELA FİTZGERALD,BİLLİE HOLLIDAY,LOUIS ARMSTRONGla büyüdüm..Sonra CROSBY,STİLLS,NASH AND YOUNG,PİNK FLOYD’la ....Şimdi ise SALVADOR ve BENJAMIN BİBLEY dinliyorum..Fransız müziğine deli oluyorum...-Niye anadilinizdeki almanca şarkılar favori değil?Sana söylediğim gibi ben OKTETT’imi plak doldurmak için değil konser için biraraya getirdim..’Nacht Blende’ şarkılarını yeniden aranje etsem nasıl olur sorusundan yola çıktım...Bilgisayar ortamında değil canlı gitarla çalınmış parçalar...6 parçadan oluşan Nacht Blende’ye Favorıtes adını verdik..Konserlerimiz almanca başlayıp ingilizce devam ediyor...

DANSIN USTALARINDAN PATRİCK DE BANA İLE RÖPORTAJIM

Nefes almadan sanat ölü bir şeydir’ felsefesiyle nafas adını verdiği grubun , yönetmenliğini ve koreografilerini üstlenen Patrick,dansı yaşam döngüsü olarak görmüş, insan yaşamının en ruhani ve sihirli yanlarının ancak dans sanatıyla var olabileceğini ve dünyanın tüm kültürlerine bu yolla seyahat edileceğini gösterilerinde bize yansıtmıştır..3 Mayısta verdikleri muhteşem gösteri sonrasında yaptığımız söyleşide onun felsefesini daha çok özümsedik,paylaştık.Sahneye çıktığı zaman tüm bakışların bir vücuda nasıl toplandığını etrafına nasıl bir enerji ve ışık yaydığını,dansın onun gerçekten nefes aldığı tek etken olduğunu gördük..Patrıck De Bana sahnede gerçek bir devdi.... AMF- Patrick De Bana yı bana nasıl tanımlarsınız?Kimdir?Sizi en iyi hangi kelimeler anlatabilir?PB- Ben yarı alman, yarı afrika asıllıyım. Almanya’da doğdum. Afrika’da kaldım. Şimdi ise İspanya’da yaşıyorum. Eğer kendimi tek kelime ile tarif etmek istersem, beni anlatabilecek tek kelime bir çok kültürü tek bir çatı altında birleştiren dansçı........AMF- Dans hayatınıza nasıl girdi ? Bu bir çocukluk tutkusu muydu , yoksa hayat mı bu yönü tayin etti ?PD-. Ben dans etmeye altı yaşında başladım. Daha sonra baletlik,öğretmenlik hepsi sırayla geldi. On yıl, Alman Opera ve Balesi için çalıştım. Bu on yıl içerisinde dünyanın en ünlü, en önemli hocaları ile çalıştım, belki de benim en büyük avantajım buydu.Demek istediğim, eğer benim repertuarıma bir göz atarsanız, birçok arap müziği veya arap tınıları ya da afrika müziklerinin olduğunu farkedeceksiniz. Örneğin bu akşamki gösterimde, Afrikadan Somalili bir kadın yerel tınılarla süslü bir şarkı söylüyor, bunu kullandım. Ayrıca koreografimdeki figürlerinde birçoğu yerel hareketlerden uyguladığım figürler.AMF- Sizin klasik bale eğitiminiz var mı ?PD- Tabiki. Ben dansa baleyle başladım. Saf klasik bale eğitimi aldım. Ben Hamburg Konservatuarından mezun oldum, Almanya’da. Aynı zamanda Alman Devlet Opera ve Balesinde direktörlük yaptım. Gösterimden de anlayacağınız gibi, danslarımda ve figürlerimde hep klasik balenin izleri var. Temeli ve esası Klasik Bale.AMF- Ben de dans etmeyi çok seviyorum.. Ve o zaman kendimi kaybediyorum.. Sanki ben değilim.. Vücudum elimde olmadan pek çok şeyi ortaya çıkartıyor.. cinselliğimi bile hissediyorum... Sen neler hissediyorsun ?PD- Evet, olmaz mı. Ben de dans ederken aynı sana olanları hissediyorum. Dans ederken kendimi unuturum. Sadece dans kalır benden geriye. Herşeyi unuturum. Adımın Patrick de Bana olduğunu unuturum, kim olduğumu, nereden geldiğimi, nereye ait olduğumu.... Herşey bir anda siliniyor. Mideme büyük bir ağrı saplanır. Nasıl anlatsam, çok güçlü bir ağrı ama acı vermiyor, çok güzel.AMF- Shakespeare’in Othello’sunu kullanmışsın, ondan esintiler var. Tiyatroda bir klasik olan bu oyunu neden seçtin ? İnsanda çok ciddi travmaları anlatan ,psikolojik yönü çok baskın olan bir oyun... Duygu karmaşası bu oyundan etkilenmene mi neden oldu ?PD- Hayır. Çok etkilendiğim için değil. Bu oyunu seçtim çünkü Shakespeare’in inanılmaz biri olduğuna inanıyorum. O bir dahi. Trajediler yazmış, etkileyici trajediler. Çünkü bana kalırsa bu dünyaya neler olacağını o gayet iyi biliyormuş. Neredeyse 500 yıl önce yazılmış bu trajediler, ve o sanki geleceği görüyormuş gibi yazmış hepsini.Eğer Otello ya da Romeo&Juliet’e bakarsan, bugün 2005 yılındayız, aynı hikaye, aynı geçmiş. Hep bir tekrar bir kısırdöngü var. Örneğin, ingiliz bir kız İsrailli bir erkekle bir araya gelmek, birlikte olmak, evlenmek istiyor. Fakat mümkün değil. Neden! Çünkü kız hristiyan, erkek yahudi. Romeo ve Juliet’le benzer. Otello’nun anlatıkları, bugünün İspanyası. Birçok değişik kültürden kadının başlıca sorunu Otello’daki hikaye ile aynı. Günümüzde birçok ülkede, kadınlar,herhangi bir sebepten kocaları tarafından ya dövülüyor ya da öldürülüyor. Eğer Otello’ya bakarsak, kadın eşarbını kaybediyor, adam deliye dönüyor, kendini kaybediyor ve kadını öldürüyor.Günümüzde, bazen gazeteyi açıyorsunuz, ve okuduğunuz habere inanamıyorsunuz. Kadın kocası tarafından camdan atılmış. Bu aynı şey değil de ne o zaman. İnsanoğlunu görüyorsun, tüm insan ırkları içerisinde aynı eylemleri ikinci kez yapmaya zorlanan tek hayvan insanoğlu’dur. Benim köpeklerim var. Üç tane ve gerçekten güzeller, eğer çiftleşmek isterlerse giderler bir kere yaparlar. Daha sonra döner arkasını gider. Bir daha istemez. Ben, sen, hepimiz bir daha bir daha ve bir daha ihtiyaç duyarız, isteriz......AMF- Türk kültürüyle müzikleriyle aran nasıl?PD- Bugün, türkçe müzik almak için müzik markete gittim. Bilirsin. Ömer Faruk Tekbilek. O benim favorim. Nasıl söylesem, onu anlatmak için kelime bulamıyorum. Muhteşem. Şimdi onun müziğini dinleyip, hangisini performanslarımda kullanabilirim diye düşünüyorum.AMF- Hiç dünya çapında bir okul açmayı düşündün mü ?PD- Ben seyahat etmeyi çok seviyorum, hem de çok. Değişik yerleri ve kültürleri görmek inanılmaz bir haz benim için. Gittiğim yerlerde sokaklarda gezmeyi severim, çünkü sokaktaki insandan o ülke ve kültürü hakkında birçok bilgi alırsın. Gözlemlemek ve sindirmek çok zevklidir.PD- En çok yapmak istediğim dünyanın her tarafına giderek bale yapmak. Okul açarsam ikisinin bir arada olması çok zor. Çünkü bir okul belli başlı sorumluluğu olan bir iş. Ben okul açarsam devamlı başında olmak ve öğrencilerimi kendim eğitmek isterim.AMF- Peki Patrick’in gelecekle ilgili planları var mı ?PD- Olmaz mı. Bugün burada gösterim var. Önümüzdeki hafta iki gösteri için İspanya’da olacağım. Grubum için yeni hazırlıklarım var. Yeni projelerim var. İsrail’e gideceğiz. Tel Aviv’de gösterimiz var. AMF- Peki bu grubu kurmak fikri nasıl oluştu ?PD- İspanya’da ulusal dans grubunda tam 11 yıl dansçılık yaptım. En iyi okullarla ve hocalarla, tabi ki dansçılarla çalıştım. Ve bir süre sonra ben de o kadar çok bilgi birikmeye başladı ki... Ne derler bilirsin, çok fazla şey biliyorsan, dışarı çıkarmalısın. Birgün uyandım ve artık anlatmamın zamanı geldiğini farkettim. Ben hikayeler anlatmak istiyordum. Ve sadece baktım, insanlara baktım, insanlarda sadece hikayeler gördüm, hayatın parçası olan duyguları gördüm. Hayat, herşey hayattır. Ve daha önce dediğim gibi, bu klasi te olabilir, modern de, flamenko yada jazz... Kimbilir.AMF- Türkiyedeki dansçılara söyleyeceğiniz şeyler var mı ?PD- Benim türkiye’deki dansçılara söyleyebileceğim şey, belki de en önemli şey hayal güçlerini hiçbir zaman kaybetmesinler. Hayalleri bilirsin, rüyalarımız, düşlerimiz... Düş kurabildiğimiz ve rüya görebildiğimiz sürece yaratabiliriz. Sokaklara bakın, bakıyorsanız daha dikkatli bakın. Sadece bakmayın aynı zamanda görün. Hikayeleri, yaşamları, görün. Yoksa bir sabah kalkarsınız ve görürsünüz ki rüya diye birşey yok. Gerçek olmuş bile.... Sadece inanın.....

BODYSHOPLARIN YARATICISI VDAY HAREKETLERİ TEMSİLCİSİ ANİTA RODDICK İLE RÖPORTAJIM

Anita Roddick


Bu sayımızda size tanıtacağım kişi ; çok popüler bir markanın yaratıcısı bir iş kadını, iflah olmaz bir insan hakları savunucusu, bir eş,anne ve hatta büyük anne... 10 yaşında bulduğu kitapla hayat çizgisini belirleyen bir kadın Anita Roddick. Aşağıda yaptıklarından uzun uzun konuşacağız, ama herkese ilham verecek, örnek olacak bir hayat hikayesi bir mücadeleyi dinleyeceğiz.AMF: Bu herkesin hayali olmalı... Bize kısaca kendinden biraz bahseder misin ?AR: Ben 1942 yılında İtalyan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak ingiliz kıyı kasabası olan Littlehampton’da doğdum. Doğuştan maceracı bir ruha sahiptim. Genç kızlık hayalim James Dean’di. Bu arada inançlı bir tarafımda vardı. 10 yaşımda bulduğum soykırımla ilgili bir kitap sayesinde tüm dünyayı dolaştım. İngiltere’ye döndüğümde annem beni Gordon Roddick ile tanıştırdı. Littlehampton’da birlikte önce restaurant arkasından da bir hotel açtık. 1970 yılında, sırtımda bir bebeğim ve karnımda diğeri varken evlendik.AMF: The Body Shop mağazalarını açmaya nasıl karar verdiniz?AR: 1976 yılında başladım bu işe. Basitçe kendim ve iki kızım Justine ve Smantha için, kocamın Amerika’ya trekking’e gittiği zamanlarda bir yaşam alanı yaratabilmek istedim. Hiçbir çalışma ve deneyimim yoktu. Benim kurtarıcım olacağını kimse bilemezdi. İlk dükkanımı açtığımda bunun işle lakası yoktu. Sadece ticaret, alım ve satım. Bu sadece iyi bir ürün yaratmaktı ki, tüketicinin ilgisini çeksin ve satsın. Ve 28 yıl sonra bugüne geldiğimizde, 1980 mağaza, 77 milyondan fazla müşteri, 50 farklı Pazar ve 25 farklı dil’de hizmet vermekteyiz. Ve buralara nasıl geldiğimize dair hiçbir fikrim yok.AMF: Peki bir güzellik mağazasından bir sosyal toplum savunma olgusu nasıl oluştu ?AR: The Body Shop’un oluşumu sadece ekonomik gereklilikten doğmadı. Gençliğimde yaptığım seyahatlerde geniş bir vizyon sahibi oldum. Tarım ve Balıkçılık’la geçinen halkla vakit geçirdim. and been exposed to body rituals of women from all over the world. Also the frugality that my mother exercised during the war years made me question retail conventions. Neden konteyneri doldurmak varken atalım veya ihtiyacımızdan fazlasını satın alalım?. Biz annemin 2. Dünya savaşında davrandığı gibi davranıyoruz, herşeyi tekrar dolduruyoruz, tekrar kullanıyoruz ve yapabildiğimiz herşeyi geri dönüştürüyoruz. İşte The Body Shop'un çevresel aktiviteleri böyle düşüncelerden doğdu. AMF: Böyle bir başarıyı planlamış mıydınız? Yoksa ?AR: Başarı sadece güzel bir fikir sonucu gelmedi, aynı zamanda zamanlama da çok doğru yapıldı. The Body Shop tam, Avrupa yeşile geçiş yaparken ortaya çıktı. Yeşil bizim markamızın da rengiydi çünkü ilk mağazamın duvarlarını kapatabilen tek renkti. İkinci mağazamı altı ay sonra , Gordon İngiltere’ye döndüğünde açtım. Gordon geldiğinde aklında fikirler vardı,Ve bu fikirlerden biri de kişisel finansman yoluyla franchising’ti. Şirket 1984’te halka açıldı. O günden beri birçok ödül aldım. Bazılarını anladım, bazılarını anlamadım, bazılarını ise hakkettiğime inandım.AMF: İlk sosyal aktivitelere katılımınız nasıl oldu? Düşünüyor muydunuz, yoksa olaylar o yönde mi gelişti ?AR: İşlerin doğruyu yapmak için güçleri vardır. Bunun için Biz ürünlerimizi ve dükkanlarımızı, insan hakları ve çevreyle ilgili konularda bağlantılı olmak için kullandık.1993 yılında Nijeryadan gelen, Ogoni halkı ile tanıştım. Petrol Canavarı uluslar arası Shell firmasına karşı Adalet ve düzeltme arıyorlardı. Çünkü Shell topraklarını petrol ve yan ürünleri yüzünden mahvetmişti. Diğer NGO’lar ile çalışarak kampanyalarını uluslar arası bir nedene çevirdik. Maalesef, Ogoni'lerin sözcüsü, Ken Saro-Wiwa ve 8 diğer Ogoni, 1995 yılında Nijerya Hükümeti tarafından hapse atıldı. Ama kampanyamız tutklanmayan 19 Ogoni ile devam etti. 4 yıl baskı ve sindirmeyle geçen zamandan sonra 1997 yılında Shell insan hakları ve yaşam alanları açısından geri adım attı.Ekim 2001’de The Body Shop ve Greenpeace güçlerimle birlikte, ve diğer binlerce organizasyon ile Exxon-Mobil ( esso ) ‘ya yani dünyanın bir numaralı petrol ve gaz şirketine karşı uluslararası bir kampanyaya katıldım. Bu şirket global ısınma sorunu ile kömür ve fuel oil’i yakıt olarak kullanmanın bağlantısını reddemekteydi. Ve ne yazık ki bu şirket alternatif ısı kaynaklarına, rüzgar ve güneş enerjilerini keşfetmek için bir tek penny bile harcamadılar.AMF: İki alanda da bu kadar başarılı olmanızın sebepleri nelerdir?AR: Kampanyalar ve iyi işler aynı zamanda çözümler ortaya koyarlar, sadece itiraz etmezler. The Body Shop benim profesyonel iş hayatım ve özel hayatımdaki ilgi alanlarımın birleştiği noktadır. Herşey 1989 yılında Amazon yerlilerinin protestolarına katılmamla başladı. Protesto, Hidroelektrik projesiyle ilgiliydi, bunun sonucunda büyük bir yağmur ormanı alanı sel altında kalacaktı. Çevrelerini ve kültürlerini korumaları için bu halka yardım etmeliydim ve pratik birşeyler düşünmeliydim. Fındıklar? Özellikle Brezilya Fındıkları ki, bunlar bu ormanlarda yetişiyorlardı ve nemlendirici ve krem için yağı kullanılabilirdi. Bu orman halkıyla ilk ticaretim olacaktı. Gerçek bir reklamda kullanılamaz ve birçok tehlike ile doluydu. Ama 13 yıldır hala ticaret yapıyoruz. Hatta yağmur ormanlarına has yeşil yapraklar kullanılarak aktar tarzı eczane oluşumu bile kurduk.AMF: Başlattığınız veya katıldığınız projelerle iletişiminizi nasıl sürdürüyorsunuz? Bir denetleme veya kollama yolunu var mı ?AR: Her yıl, Projelerimizin birkaçını ziyaret ediyorum. Kasım 1999 yılında Güney Hindistandaki uzun dönemdir partnerimiz olan Teddy İthalatı ve Nepal’deki GPI ‘yı ve yeni partnerimiz Chepang’ı ziyaret ettim. Ocak 2001 de Nikaragua’da 130 susam tohumu yağı çiftliklerini ziyaret ettim. Adil ve uygun fiyatlar sunuyorlardı. The Body Shop hiçbir çiftçiyi zengin etmez ama seçtikleri yolda emin adımlarla ilerlemelerini sağlar. Halen şirketin 26 ülkede, 42 projesi bulunmakta ve amacımız bunları arttırmakta.AMF: Aklınızda kenara çekilmek gibi bir düşünce var mı ? İki kulvarda mücadele nasıl devam ediyor?AR: İnsanların aklında, The Body Shop ve Ben birlikte anılıyoruz. Bugün, bu iki olguyu birbirinden ayırmak imkansız. Şirket politikası, sosyal sorumluluklarla birlikte yol almalı, çevre, hayvan hakları ve insan hakları için saygı duyulmalı. Fakat The Body Shop tek kadın şovu değil. Bu iş ortak başarı ve ortak olguları paylaşan binlerce insanın çalıştığı, global bir operasyon. Vaktimin büyük çoğunluğunu The Body Shop’la ilgilenerek geçiriyorum. Yeni ürünler için yeni kaynaklar arıyorum ve yeni sosyal projelere destek veriyorum. Örneğin, son Greenpeace ile birlikte çalıştığımız Pozitif Enerji Kampanyası gibi...AMF: Bildiğim kadarıyla başka iş kollarına da el attınız. Bu nasıl oldu?AR: Yeni İş akademisi ile ilgili umutlarım vardı. Bath Üniversitesinden master derecemi aldım. Şimdi ise hayatımın en ilginç ve hayret verici zamanlarımı yaşıyorum. Ne kadar yaşlanırsanız o kadar radikal olduğunuz inancındayım. Yayım endüstrisinden son derece etkilendim. 2000’de ilk kitabımı “ otobiyografim; İş ve Beklenmeyen ” i çıkarttım. 2001 yılında “ kişisel al ” yayımlandı. Bu kitabın konusu, globalleşmenin parçaları ve Dünya Ticaret Örgütünün gücünü konu almaktaydı. Bu başarı bana kendi iletişim şirketimi kurmamı hatırlattı. Anita Roddick Yayınları. Yayınevimizin ilk iki kitabı 2003te yayımlandı. “ Cesur Kalpler, Kaçak Ruhlar ve düşüncesizlikte devrim”.Kendi web site AnitaRoddick.com 2001 yılında açıldı. Ve o kadar çok insan tarafından ziyaret edildim ki, onları düşünen insanlardan , uygulayan insanlara dönüştürdüm. Diğer medya alanlarında da deneyimlerimiz oldu, billbordlar, televizyon programları ve diğer basılı projeler gibi...Birinin zamanında söylediği gibi, “ Biz sadece kendi hayal gücümüzle sınırlıyız.”AMF: Anladım ki yakın gelecekte emeklilik gibi bir planınız yok, peki aklınızda neler var? AR: The Body Shop ve Anita Roddick Yayınlarıyla birlikte, insan hakları ve ekonomik çelişkilerle savaşacağım. Önümüzdeki 30 yıl da savaşmaya devam edeceğim.Şu an iki büyük tutkum iri sweatshoplar diğeri ise Angola üçlüsü olarak bilinen Amerikalı politik tutukları kurtarmak, bunun için bir insan hakları savunucularına katıldık. Bu üç adam, 70li yıllarda zenci politika savunucularıydı. Angola hapisanelerinde alakalı olmadıkları cinayetler yüzünden 31 yıla mahkum oldular. Onları kurtarmak için gücüm el verdikçe düzene karşı savaşacağım.AMF: İnsanların kendilerini geliştirmeleri için önerileriniz var mı ?AR: Her zaman söylediğir şey vardır. Seyahat etmek en iyi üniversitedir. Bir yerden bir yere gitmek, fiziksel hareketten daha anlamlıdır. Aynı zamanda değişim, gelişim ve yeni fikirler edinirsiniz. İnternet ise ekstra ordinary bir yolculuk için en uygun platform. Kalbiniz ve aklınız için websiteleri global birer seyahat acentalarıdır. Benimle, aktivite dünyasına, ethik iş ahlakına, insan haklarına, çevre sorunlarına, aile yaşamına, ve daha birçok konuya yolculuk yapabilirsiniz. Bir gün Gana’daki kadın sorunlarıyla, diğer gün Alabama’daki zenci ailenin çiftliğine, konuk olabilirsiniz. Bir gün japonyadaki güzellik sırları hakkında konuşurum, başka bir zaman Amerikan hükümetinin gelecek planlarıyla ilgili.AMF: Hangi Sosyal Toplum Örgütleriyle çalıştınız ?AR: 1984 - The Body Shop International Plc başkanı oldum. 1989 ‘da - The Body Shop Vakfının başkanlığını yaptım. 1995’te daha önce bahsettiğim - New Academy of Business’a başkanlık yaptım. 1996 - 1997 – İnsan hakları, USA , 2003 yılında Nükleer yıl barış Vakfının başkanlığını yürüttüm. 1996’da ise Vücut ve Ruh vakfı başkanlığını yürüttüm. ( HIV ve AIDS ). 1993’te İş kadınları Liderlik Grubu adına çalıştım. 1996 yılında Şiddetsiz bir yaşam projesinde gönüllü oldum. 2001 İngiliz Çalışmaları için Yetkili oldum. Tabi buraya sığmayacak daha birçok görevde ve vakıfta çalıştım.Tabiki kişisel veya The Body Shop adı altında sayfalar tutacak kadar çok kampanya, gösteri ve çalışmada yer aldım.

SADDAM REJİMİNDEN KAÇAN KADIN HAREKETLERİ ÖNCÜSÜ YANAR MOHAMMED İLE RÖPORTAJIM

Bu sayıda benim için çok ilginç ama çok önemli bir kadını tanıtmak istiyorum. Saddam dönemi eşi ve oğluyla Iraktan kaçmak zorunda kalan Irak’ta Kadınların Özgürlüğü Örgütü üyesi Yanar Muhammed’ti. 1993 yılında Irak’tan zorunlu olarak ayrıldı. Kanada’ya yerleşen Muhammed, burada diğer ıraklı kadınlarla birlikte Iraktaki Kadınların Haklarını Savunma örgütü için çalışmaya başladı ( 1998 ). Iraktaki 250’den fazla kadını ölümden kurtardılar. 1998, 1999 ve 2002 yıllarında DIWR örgütünün koordinatörlüğünü üstlendi. Örgüt ismini 2004 yılında Kadın Özgürlüğü Organizasyonu olarak değiştirdi. Yanar Muhammed şu anda bu örgütün sesi durumunda ve aynı zamanda Al – Mousawat yani Eşitlik gazetesinin genel yayın yönetmenliğini yapıyor. Aslında Yanar Muhammed kolunun altında birçok karpuz taşıyanlardan. Editörlüğüne ve Sivil Toplum örgütündeki görevine ek olarak, Hukukçu olan Yanar aynı zamanda bir artist ve mimar. Yanar Muhammed; Cesur, gözüpek ve açıkça konuşan bir Sivil Toplumcu, Kalemi pek bir gazeteci. Öyle ki biri Sahaba Ordusu olarak bilinen İslamcı Gruptan olmak üzere, gelen sayısız e-posta ölüm tehditleri bile onu durdurup, tereddüt ettirmiyor. Sadece Uluslararası Af Örgütü, CPA ya da IGC’nin kadınların ve kadın hakları savunucularının tam anlamıyla korunmalarını sağlamak için savaş başlatıyor. Kısacası cesaretin, umudun, anlayışın ve dirençin bittiği yerde Yanar Muhammed başılıyor.AMF:h’un son seçim kampanyasının en önemli kozlarından biri de Dünyadaki Kadınlardı. Bush hükümetinin politikası ve uygulamaları Irak kadınlarının yaşamlarına nasıl tesir ettiler?YM: Bush politikasının en önemli etkisi maalesef artık Irak’ta güvenlik yani emniyetin olmaması.Amerikalılar polisi, orduyu ve hükümet servislerini yok etti. Bütün sivil enstitüler kapatıldı. Oluşturulan Koalisyon ( CPA ) alelacele kanunu değiştirdi ve askerlerin yaptıklarından dolayı direkt sorumlu tutulamayacağı maddesini eklediler. Ama hala kanunlar namus cinayetlerini koruyor. Bu nasıl kadınları korumak ? Korku Irak kadınlarının günlük yaşamının bir parçası. Hareket eden hedefler. Kaçakçılığın tam ortasındalar. Şimdi birde artan rakamlarda kadınlar seks kölesi olarak satılıyorlar. Savaşın başında Iraklı kadınların fiyatı düştü. Bir kadın en az 100 dolara satılıyor, eğer bakireyse 200 dolara alınıyor....AMF Peki devam eden işgal ve saldırılar ?YM: Saddam rejimi devrildiğinden beri halk iş arıyor. İşsizlik, işgalin başarısızlığının 2. semptomu. Kamu hizmetleri çöktü ve özel sektör ise ortalarda yok. İşsizlik özellikle biz kadınları etkiledi. Yapılabilecek birkaç iş te erkeklere verilmeye başlandı. Bir de savaş sırasında çok kadın dul kaldı. Ve birçoğu için çalışmak ve tek ebeveyn olmak yeni bir şey. Bu kadınlar için hem iş bulmak zor hem de savaş başladığından beri 1,5 senedir sosyal güvenlikleri yok.Steven Spears, dul ve boşanmış kadınlara acil durum için yardım parası verilmesini önerdi ama ne bu para ne de sosyal servisler açıldı. İşgalden önce, ABD’nin ekonomik ambargosu vardı. En azından hala yiyecek yemekleri var. Iraklılar açlıkla uğraşmıyorlar, sadece artık arttırıp birikim yapamıyorlar. Ve bir de enflasyon eklendi, bütün bu sorunlara, savaşın başladığı günden beri enflasyon 5 kat arttı. Hükümet kontrolü diye irşey yok. Herşey karaborsada alınıp satılıyor.AMF Amerikan işgali, yükselen aşırı tutucu dinci politikaya nasıl etki etti?YM: Saddam’ın rejimi islamcılarla flört ediyordu. Şimdi İslamcılar her yerdeler. ABD bunları destekliyor. İslamik gücün yükselişi Amerikan işgaliyle başladı. Sonuç olarak hükümet içindeki mevcudiyetleriyle ilgili kanun çıkarttılar.Petrolden sorumlu bakanlık ile eğitim bakanlığı İslamcıların kontrolünde, Amerikanların deseği ile... Bu da demek oluyor ki kadınlar üzerindeki baskı artıyor. Mesela Peçeyi zorunlu hale getirdiler ya da 6. sınıftan sonra kızların okulu bırakması için baskı yapılıyorBu grupların gereksiz yere destekçileri var. Halk bu gruplarla işbirliği yapıyorlar. Çünkü bu gruplar onları koruyup, en basit ihtiyaçlarını karşılıyorlar. Yiyecek ve güvenliği sağlayacak birilerini istiyorlar. Irak halkının politik ideoloji kaygısı yok. Birçok açıdan, İslamcılar güvenliği sağlayacak güçleri var. Hem İran hem de Suudi Arabistan tarafından destekleniyorlar.Sünni üçgeninde Suudi desteğiyle, Vahabilerin çok güçlü bir durumları var. Kadınların saçının ucunu göstermeleri yasak. Bölgede Şeriat Kanunları geçerli. Para ve güç var ama en önemli olayları Uluslar arası düzeyde Amerikanlara karşı kampanya yürütmeleri. Vahabiler’e göre Amerika en büyük Satan ve bir an önce bu Şeytan’dan kurtulunmalı. İran ise farklı bir strateji benimsedi. İran İslam Devrim Konseyini destekledi ki bu konsey de hükümette rol almaya çalışıyor. Aynı zaman da Mukteda El Sadr ve yandaşlarını da destekliyorlar. İran tabiki Irak’ın İslami Cumhuriyet olmasını ister, İslamı uygulamak için bir model yaratmak için. Tüm komşuları olacakları bekliyor. Türkiye, kürtlerle ilgili, Suriye sınırları, İran islamcıları desteğiyle ve Suudiler de Vahabileri destekleriyle. Bu komşuların çoğu kadın düşmanı tavırlarını paylaşıyorlar. AMF: Tüm bunların kadınların hayatlarına etkisi ne olur?YM: Kadınların vücutları ve özgürlükleri her politik partinin işinin bir parçası durumunda. Irak tam bir Labaratuar gibi, ideolojik bir olgu getir ve sonuçlarını gözlemle. Örneğin Vahabiler birçok alanda operasyon var, ilk aşaması aile ilgili. Böl ve ele geçir. Çoğu Iraklı bu ideolojiyi desteklemiyorlar. Fakat Vahabilerin gücüyle kimse başa çıkamıyor. Bunun için Politik gruplara ihtiyaç duyuyorlar ve Amerikalılar da bu tepki gruplarını destekliyorlar. AMF Amerikalılar diğer organizasyonlara karşı çekingen kalıyorlar mı?YM: Korkusuzca, hiçbir oluşumu engellemiyorlar. Ama desteklerini verdikleri gruplar, daha aşırı dinci ve muhafazakarlar. Irak halkının zorunlu seçimi değiller.Savaş öncesinde Kadın hakları için organize olamazdık, ama kadınlar daha güvendeydi. Saddam rejimi zamanı politik oluşumlar yoktu. Amerikan işgalinden sonra da durum aynı. Eğer Amerikalılar kanlı Saddam diktatörlüğünden kurtulmak istedilerse, Irak halkının Saddama karşı ayaklanmalarını destekleselerdi. İşgaller ve dış müdahaleler Irak’a kesinlikle barışı getirmezler. Kadınlar islami kıyafetlerini giymeleri için tehdit ediliyorlar. Bu Saddam zamanında yoktu. Zamannında medya da, bakanlıkta çalışan profesyonel kadınlar iş bulmakta zorlanıyorlar. Muhafazakar ideolojileri kadınlara benimsetmeye çalışılıyor. Artık daha çok dul kadın var. Ve tabi ki en ciddi sorun namus cinayetleri devam ediyor. 500’den fazla kadın savaşın başından beri ya kaçırıldı ya da tecavüze maruz kaldı. Çoğu da Arap ülkelerinde hotellerdeler.AMF:Organizasyonunuz ne gibi aktiviteler düzenliyorlar ?YM: Biz tüm bunları güçlü bir politik ses olmak çabasındayız. Üyeliğimiz düzenli toplantılarla devam ediyor. Kadın Hakları ve politik olaylar üzerinde çalışmaktayız. Üyelerimizin çoğu daha gür sesli ve daha aktif olmaktalar. Yeni katılan kadınların çoğu kendi cemiyetlerinde ve organizasyonda üst düzey görevlere talip oluyorlar. Bizim ilk ve en önemli projemiz kadınlarımızın koruyucuları olmak. Bu tek projemiz değil. Bunlara ek olarak namus cinayetleri ve kadına karşı şiddet te takvimimizde bunlar daha fazla böyle devam edemez.AMF:Sığınaklarda şiddete için tehdit var mı ?YM: 4 ay sonunda önemli hiçbir saldırı ya da tehdit olmadı bize karşı. Çalışanlarımız için yüksek stress ve baskı en büyük sorunumuz. Yetenekleriyle doğru orantılı insanlara ulaşmakta zorlanıyoruz. Örneğin Biz travma konusunda uzman bir doktor arıyoruz. Bir kadın doktorla görüştük. Ama bu kadın da namussuz kadınları hor görüyor. Doğru kombinasyonu bulmak oldukça zor oluyor. Hem işinde iyi hem de açık görüşlü olacak. Şimdiki koordinatörümüz Hadil, eski bir müşteri. Hadil ve sevgilisi Bağdatta aileleri tarafından aranıyordu. Çünkü kaçmışlardı. Şimdi Bağdat ofisinin sorumlusu. Bizim servislerimizden faydalanmak için gelen kadınlarla ilgilenmek için en uygun kşi Hadil. İnanılmaz bir anlayışı var.AMF Dünyadaki yandaşalrınızdan ne tür yardımlar beklemektesiniz. ?YM: Kimse bizi Irak’ın içerisinde çalışırken görmek istemiyor. CPA ve yeni hükümet mali açıdan bizi desteklemek istemiyorlar. Bu uluslar arası bir vaka. Kadınların hakları sınırların ve sınıfların arkasında gelişmeye çalışıyorlar. Tüm dünyadan finansal olarak yardım beklemekteyiz. Gerçekten güçlü ve etkili olmak için ayda 5000 dolara ihtiyacımız olmakta. Şiddet ve kadın hakları konusunda tecrübeli ve aydın görüşlü çalışma arkadaşlarına ihtiyacımız var. Irak’ta şu anda, fakirlik, izolasyon ve yozlaşma hüküm sürmektedir. Tüm bunlar kadınlara karşı uygulanan veya uygulanmak istenen katı kuralları beslemektedir. Bush kadınlar için değil, kadın suistimali ve kadın tahribi için ayakta duruyor.

VDYA TEMSİLCİSİ EURYTHMICS GRUBUNUN SOLİSTİ ANNIE LENOX İLE RÖPORTAJIM

Vagina Savaşçıları 2 - Annie Lenox


Benim büyük bir gururla telaffuz ettiğim VDAY’in destekçilerin- den ve çalıştığım Vajina savaşçılarından birini daha tanıtıcam sizlere.. Ama O muhteşem bir kadın, gerçek bir Diva… Onu tanıdığım zaman sanatçı kavramının gerçek anlamını gördüm... Tanıştığım en mütevazi kişilerden biri... Benim büyük bir gururla telaffuz ettiğim VDAY’in destekçilerin- den ve çalıştığım Vajina savaşçılarından birini daha tanıtıcam sizlere.. Ama O muhteşem bir kadın, gerçek bir Diva… Onu tanıdığım zaman sanatçı kavramının gerçek anlamını gördüm... Tanıştığım en mütevazi kişilerden biri...Benim oyunda oynayacağım parçada aksan problemim olmasın istedim..Aktivistler olarak ilk karşılaştığımız gün Eve bölümlerimizi bize dağıttı.Bazı kelimelerin telaffuz edilmesi aklıma takıldı..Orda kendi rolünü çalışan kısacık sarı saçlı kadın gözüme takıldı..Sonradan Annıe Lenox olduğunu öğrendiğim aktiviste beni kısa sürede olsa çalıştırabilir mi diye sordum ve ne kadar heyecanlı olduğumu anlattım..O kadar sıcak ve pozitifti ki ondan inanılmaz bir güç aldım… Şimdi size O tatlı kadını anlatmak ve güzel sohbetimizi paylaşmak istiyorum..ANNIE LENOX Annie Lennox’u ülkemizde herkes Eurhythmics grubundan tanıyor. Ama Annie çok yönlü bir sanatçı ve son çıkardığı solo albüm de dünya sıralamasında yukarılarda. Ama bunlar Annie’nin en önemli özellikleri değil. Sıkı bir sivil toplumcu olan Annie önceleri sadece konserlerinde ve şarkılarında destek olduğu gruplara, günümüzde gönüllü bir üye olarak birebir çalışıyor. Evsizlerle başlayan macerasını, kadın haklarıyla devam ettirmekte. Kadına uygulanan şiddet ve cinsel istismar için tiyatro oyunlarında rol alıyor, aktivitelere katılıyor, bildiriler imzalayıp, AB parlamenterleriyle görüşüyor. Bu arada iki kızını büyütüyor, ve elinden geldiğince dünyayı kızları için daha yaşanır bir yer yapacağından bahsediyor.Brüksel’deki Vday’de bir araya geldiğim Annie bana hayatını, müziğini, aşklarını anlattı.AMF: Bize biraz çocukluğundan bahseder misin ?AL: Ben kendimi oldum olası özel hissetmemin nedeni 1954 yılında Aberdeen, İskoçya’da Noel günü doğmuş olmaya bağlıyorum. Ben noel meleğiyim.... Ailem, benim sanata olan ilgimi özellikle şiir, müzik ve resimle olan bağımı her zaman desteklemişlerdir. 4 yaşında başladığım kızlar okulunda da yeteneklerimi sergileyip hemen kendimi gösterdim. Ve farkedilmeyi sağladım.Okula giderken Annie, piyano ve flüt çalmaya başlamış, tabi aynı zamanda koro da şarkı da söylüyormuş. Bu özellikleri Annie’nin ileri de senfoni orkestrası ve odu bandosunda çalmasına neden olmuş. Bu arada dans dersleri almaya başlamış, ileride ona ilham verecek olan bir çeşit yunan dansının adı 'Eurhythmics'!!!AMF: Bugünkü müzik tarzına ulaşırken, zorlandın mı? Yoksa yaşadığın doğal bir süreç miydi?AL: Gençlik yıllarının başında motown müzik ilgimi çekmeye başlamıştı, Marvin Gaye ve The Supremes dinler olmuştum. 17 yaşında Londra’nın prestijli “ İngiliz Kraliyet Müzik Okulunda ” kendime yer bulmuştum ama hep bir eksik vardı. Annemler kadar mutlu olamıyordum. Sahte bir sevinç ve arzuyla belki de bir beklentiyle okula başladım.Okulda klasik müzik eğitimi alan Lennox, mezuniyetine birkaç hafta kala hayatının gidişatından mutsuzluk duyduğu için okulundan ayrılmış.AL: Aslında bu ayrılışı planlamamaıştım, birden oluverdi. Oturmuş bitirme sınavlarıma çalışırken istediğimin bu olmadığına karar verdim. Aslında benim yerimdeki herkes bu kadar kısa süreye daha katlanırdı. Ama ben demek ki sınırdaymışım.AMF: Daha sonrası nasıl gelişti? Beklentilerin karşılandı mı yoksa keşke okulu bırakmasaydım dediğin oldu mu?AL: Daha sonraki yıllarda ne yapmak istediğinden emin olmayan bir Annie vardı bir müddet, Fakat bir gün, ileride ironik bir biçimde Eurythmics’in There Must Be An Angel albümünde bizimle birlikte çalışacak olan ve Beni Steve Wonder’la biraraya getiren Steve Tomlin ile tanıştım. Sonra herşey sırayla olmaya başladı.Ders almaya başladım ve Annie olarak ilk yarışmamı kazandım. Tanrım! Muhteşem bir duyguydu ve o zaman anladım yaptıklarımın ve ileride yapacaklarımın artık bir anlamı vardı. İlk yarışmamı kazandıktan sonra, Dragon’s Playground grubu ile yerel pub ve klüplerde İskoç Folk müziği söylemeye başladım. Ama bu bendim, belki gerekli tatmini aldığım için, belki yeni birşeyler arayışım, belki de yorulduğum için Red Brass’e geçtim. Yeni deneyim isteklerim, önlenemez öğrenme isteğim ve deneyim açlığım sonucunda, kendimi bir caz sanatçısının vokalisti olarak buldum.Daha sonra caz şarkıcısının vokalisti olarak turneye çıktım.AMF : Peki Dave Stewart hayatınıza nasıl girdi ?AL : 1976 yılında gelecekteki partnerim Dave Stewart ile tanıştım. Önceleri aklımızda bir grup yoktu. Yaşam biçimlerimiz ve hayata bakışımız çok benziyordu ve birlikte birşeyler yapabileceğimize inandık. Ve birlikte yaşamaya başladık. Bu arada Dave de neler yapabiliriz ve ne kazanabiliriz için, Logo Records’la yani Geoff Hannington ve Olav Wyper görüştü ve Benim sayesimde altı albümlük bir anlaşma imzaladılar. Bu yeni birşeylerin başlangıcıydı.AMF : Eurythmics o zaman mı kuruldu?AL : Hayır. Gelişim sırası farklıydı. Önce kendi isimlerimizle bir single çıkardık. Gidişatı görmek için. Fakat, İlk single’ımız beklenmeyen bir başarı gösterdi. Gruba katılan yeni üyeler oldu. Başarı bir kere bizi bulmuştu ve biz de başarıyı bırakmaya niyetli değildik. Önce The Tourists.albümü geldi ardından ikinci albüm Reality Effect çıktı piyasaya. Bu albüm İngiliz listelerinde üst sıralara yerleşti. 1980 yılında platin plak kazandık ve gecikmeden üçüncü albümü Luminous Basement.çıkarttık. Ama belki aceleden, belki de diğer albüme benzerliğinden, ilk iki albümün başarısı, 3.’de kendini göstermedi. İstenilen başarı yakalanmayınca da Logo Records plak şirketi bizden vazgeçti. Fakat ne Benim ne de Dave’in karakterinde pes etmek yoktu. Bu bizi hırslandırdı, kendimize güveniyorduk. Neler yapabileceğimize baktık. Bu şekilde, gruba yeni isim bulduk. Yeni ismimiz Eurythmics, ve ilk albüm In The Garden, geç kalmadan dinleyicilerle buluştu.AMF : Bildiğim kadarıyla Sweet Dreams’in sizin hayatınızda önemli bir yeri var. Neden ?AL : Tabi. İlk albümle ismimiz duyuldu. Ama asıl başarı ise, Sweet Dreams (Are Made Of This), ile geldi. Biz bile inanamadık. Beğenileceğini biliyorduk ama bu kadar ortalığı yıkacağını tahmin edemiyorduk. Biz artık dünyaca bilinen bir gruptuk.AMF : Peki bir kadın olarak Annie’nin hayatında o dönemlerde neler oluyordu ?AL : Önceleri Dave ile iyi bir ilişkimiz vardı. Fakat sonraları bu ilişki ikimizi de yormaya, zorlamaya başladı. Ve grubun iyiliği için ilişkimizi askıya aldık. Dinlenmek için. Fakat ben 1984 yılında hemen evlendiğim Hanna Krişna öğreticisi olan Radha Raman tanıştım. Dinginlik ve sakinlik beni kendine bağladı ve biz hemen evlendik. Ama Dave’le bozulan ilişkimiz bir iş yeniden biaraya gelmemizle düzelmeye başladı. Ve Dave ile birlikte bir filmin müzikleri için anlaşma yaptık. Ve Sex Crime (1984) ortaya çıktı.Ama hayat her zaman herşeyi birden vermiyordu, İşteki başarı mutluluğu beraberinde getirmedi , 1985 yılında büyük aşkla evlendiğim eşimden ayrıldım. Ve müzik dünyasına kendimi ispatladığım Be Yourself Tonight albümüm hazırlandı. Dave ve benim mutsuz evliliklerimiz birbirini izledi.AMF: Oyunculuk ne zaman başladı peki ?AL: Yaptığım o kadar işin yanında oyunculuğu da denemek istedim, Harold Pinter'ın The Room adlı oyununda rol aldım..., iyi tepkiler aldım. Ama asıl tutkum şarkı söylemekti. Projelerden başımı kaldıramadım.AMF : Sivil toplum örgütleriyle tanışmanız ve onlar için çalışmanız hangi döneme rastladı ?AL : 1990’ların başında ilk ödülümü kazandım. Ama sonra hayatımın gidişatını birden değiştiren bir olayla yıkıldım. Ölü doğan bebeğim hayatımın akışını değiştirdi ve Dave ile grubu dağıtma kararı aldık. Ben kendimi Sivil toplum örgütlerine adadım, amacım biraz da olsa acımı hafifletmekti, önce evsizler için çalıştım. Ve bu arada beni tekrar hayatla barıştıran, bağlayan bebeğim Lola’yı doğurdum. Aynı zamanda Aids kampanyasında para toplamak için Freddy Mercury konserine katıldım. Sosyal projeler artık benim bir parçamdı. Bir insan olarak yapmam gerekendi. İleride düşündüğümde, derin bir mutluluk hissedeceğim bir olaydı. Bir karşılık beklemeden, salt manevi duygularla çalıştığım. Kendimce arındığım bir işti.1991 yılında çıkarılan Best of albüm, bugüne kadar ki en büyük başarıyı yakaladı ve 1 numara oldu. İlk solo albüm Diva ise hemen akabinde piyasaya sürüldü. Annie artık yanlız bir savaşçıydı bu piyasada, tek amacı anlının akıyla çıkmaktı işlerden. Ardından 1995 yılında Medusa’yı çıkarttı, Annie. O artık grup dışında da kendini kanıtlamış, güçlü bir vokal, beğenilen bir sanatçıydı. Dinleyicileri gün geçtikçe arttı.Ama dinleyicilerin Eurythmics özlemi de yoğunlaşmaya başlamıştı. Dave çoktan kendi yolunu çizmiş, hayatına devam ediyordu. Baskılara fazla direnemeyen ikili, belki de kendi özlemlerini de dindirmek için bir gecelik deneme sonucunda yeni bir albüm için hazırlanmaya başladılar. Onca emek ve zaman harcanan albüm, müzikseverlere birer mesajla sunuldu. Barış..... Yeni albüm Greenpeace ve Amnesty örgütlerini desteklemek amacıyla Peace – ismiyle çıkarıldı.Bütün bunları biraraya topladığımızda karşımıza çıkan tablo ise çok ilgi çekici. Annie artık bol ödüllü, tanınan, solo albümleri çok satan, insanlar için çalışan biliçli bir şarkıcı.. Aynı zamanda, Annie artık daha olgun, ne yapmak istediğini bilen ve bilinçli bir anne. Öncelikle kızları Lola ve Tali için, onlara bırakacağı dünya da kadın hakları için çalışmalarını sürdürüyor. Bunun için de V-day aktivistlerinden biri olmuş. Tecavüzler ve cinsel tacizler durana kadar onun da eylemleri bizim gibi devam edecek... Kadına karşı şiddeti her konserinde protesto ediyor . “ Vajina Monologlarını ” çıkıp oynayarak kadınların hırpalanmasına kendi tepkisini dile getiriyor. Bütün V-DAY aktivitelerinde yer alıyor... Hatta bunun için Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor. Pek çok yerde seminerlere katılıyor... Eve Ensler’in gerçek destekçilerinden biri... Bizi tanımladığı VAGİNA SAVAŞÇILARI-VAGİNA WARRIORS onunda ismi....

VDAY ÖNCÜSÜ EVE ENSLERLE RÖPORTAJIM...

Vagina Savaşçıları -Eve Ensler


1998'de başlayan vajina monologlarıyla beraber VDAY hareketleri de başladı..Ve dünyanın her yerine yayıldı..Eve Ensler le başlayan bu hareketin içinde ülkelerinde kendini kanıtlamış,her meslekten pek çok kadın bu işe gönlünü verdi.Malumunuz bende 2003 yılından beri bu hareketin içinde yer alıyorum.Ayrıca bu oyunun Türkiye de oynanması da bizim dünya da imajımızdaki bazı yanlışların değişmesine neden oldu..Biz bu oyunu gerçekleştiren ilk Müslüman ülkeyiz... 1998'de başlayan vajina monologlarıyla beraber VDAY hareketleri de başladı..Ve dünyanın her yerine yayıldı..Eve Ensler le başlayan bu hareketin içinde ülkelerinde kendini kanıtlamış,her meslekten pek çok kadın bu işe gönlünü verdi.Malumunuz bende 2003 yılından beri bu hareketin içinde yer alıyorum.Ayrıca bu oyunun Türkiye de oynanması da bizim dünya da imajımızdaki bazı yanlışların değişmesine neden oldu..Biz bu oyunu gerçekleştiren ilk Müslüman ülkeyiz...Fransızlar bu oyunun Türkiye de oynanma şokunu aşamadıkları için 2004 yılında turnemize geniş bir ekiple katıldılar..Amerika dan ve başka Avrupa ülkelerinden bu konuyla ilgili röportajlar yapıldı,bendeniz Müslüman Kadın Hareketleri temsilcisi seçildim..Balkan ülkelerinde barış elçisi olarak bu oyunu orda ki aktristlerle oynamam istendi…Geçen yıl Belçika da kadın sorunlarıyla ilgili panellere katıldım ve pek çok ünlü aktristle Vajina Monologlarını oynadım..Beni İşte BRAVE HEART –CESUR YÜREK diye anons ettikleri zaman 17 yıllık tiyatro hayatımda heyecanlanmadığım kadar çok heyecanlandım…Annıe lenox,Anıta Roddıck,Yanar Mohammad,Lara Fabıan,Katja Rıemann,Kate Wınslett,Soda,Fadıla Laanan,İsabella Rosselini gibi hayran olduğum kişilerle sahne alıp VDAY için para toplayabilmiş olmaktan çok mutlu oldum..Onlarla röportajlar yaptım..Ve bunları sizinle paylaşmak istedim…Ama önce VDAY nedir neler yapmak istiyoruz anlatmak ve bu müthiş kadınlarla sizleri tanıştırmak istiyorum… V-DAY NASIL DOĞDU?Kadınlar her yerde baskı,cinsel saldırı,şiddet,dayak ve ölüm tehlikesi altında yaşıyor.Amerika da her yıl 700 bin kadının ırzına geçiliyor..Her gün 20.000 kadın dayak yiyor.Afrika da genç kızlar sünnete zorlanıyor.Güney Afrika da her 15 saniyede bir kadının ırzına geçiliyor.Mısır da erkek çocukları annelerini dövüyor.Pakistan da 2002 de her gün iki kız ailesi tarafından yakılarak öldürüldü.Aile tepkisinden korkan 60 milyon kız her yıl kürtaj sırasında can veriyor…Bir yılda dünyada 5-15 yaş arası iki milyon kız fahişeliğe zorlanıyor.Bütün bunların kökeni VAJİNA ya dayanıyor…İşte bu yüzden EVE ENSLER vajina devrimini başlattı…Yaptığı seminer ve oyunlarda 18 den 80 yaşına kadar pek çok kadınla sohbet etti..V harfi sembolümüz oldu…1998 de V-DAY ismiyle bir kampanya başlatıldı…V harfi vajinanın yanı sıra şiddet{violence) ve sevginin (valentine) sembolü oldu..yaklaşık 20 milyon dolar hasılat yaptı…VAJİNA DEVRİMİNİ KADINLAR NE İÇİN İSTİYOR?-Bütün ülkelerde parklar da saldırıya uğrayacağız korkusundan uzak yürüyüşe çıkabilmelerini,seksten zevk almalarını,vücutlarını sevme şansına sahip olmalarını,ülke yönetimine katılım fırsatının tanınmasını-ABD, Doğu ve Batı Avrupa da oyuncakla oynayacak yaştayken seks için satılmamalarını-Swaziland da pantolon giymelerini-Ürdün de rahat rahat flört edebilmelerini-Afrika ve Asya da sünnete zorlanmamalarını-Suudi Arabistan da araba kullanabilmelerini-Afganistan da dondurma yemelerini-İran da denize girebilmeleriniÇin,Hindistan ve Kore de doğmalarına müsaade edilmesini-ABD,Avrupa ve Asya da yatakta güvenle yatmalarını….Amerika’da 200 kadın vajinaları hakkında konuşsa ne olurdu? Eve Ensler Amerikalı bir senarist; bir feminist. Her şey yaşlı bir kadınla vajinalar üzerine konuşmasıyla başlamış. Kadıncağızın cinsel organını tarif ederken seçtiği sözcükler, vajinasından öyle küçümseyerek bahsedişi Ensler’ı o kadar etkilemiş ki, başka kadınlarla vajinaları üzerine sohbet etmeye başlamış. Her biri birbirinden farklı öyküler çıkmış ortaya. “Vajinanız ne giyerdi”, “Konuşsaydı ne derdi” diye sormuş, 75 yaşına gelip de hayatında vajinasına bakmamış kadınlarla, yeni regl olmuş genç kızlarla, Bosnalı mülteci kadınlarla, aşık kadınlarla, öfkeli kadınlarla, evlilerle, evsizlerle, erkekleri seven kadınlarla, kadınları seven kadınlarla, tam 200 kadınla konuşmuş. “Vajina Monologları” kitabı kimisi harfi değişmeden konan, kimisi yazar tarafından tekrar yazılan bu söyleşilerden oluşmuş. Kitap olay yaratmış, ama olayın büyüğü Eve Ensler’in bu monologları sahnelemeye kalkışmasıyla patlak vermiş. Önce tüm içtenlikleriyle bedenlerinin değil, ruhlarının en mahrem yerlerini açan bu kadınları oynamak isteyecek cesarette oyuncu bulamamış kendine. 1998 yılında iş başa düşmüş, tek başına sahneye çıkıp bu monologları okumaya başlamış. Adı “özgürlükler ülkesi”, ama Amerika’da da az yobaz yok. Örneğin Teksas’ta (Amerika’da bireysel silahlanma oranı en yüksek eyaletlerinden biri, ayrıca Bush sülalesi de buradan başımıza bela oldu) büyük tepki almış.34 ülkede oynanıyorBugün “Vajina Monologları” Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 34 ülkede oynanıyor. Eve Ensler ise kendisinin “Benim eserim değil” dediği bu kitap sayesinde, kısa sürede dünya yüzünde birçok yere sıçrayan “V-Day” isimli bir kadın hareketinin öncüsü durumunda. Yeni yeni oyunlar da yazmış, ama zamanının çoğu, dünyayı gezmek ve kadınların bilinçlendirilmesi üzerine seminerler vermekle geçiyor. Artık onun sahnede olmasına gerek yok, çünkü V-Day’in toplantılarına kendi ayaklarıyla gelen Whoopi Goldberg, Susan Sarandon, Glenn Close, Winona Ryder, Marisa Tomei, Calista Flockhart (Ally MacBeal yani), Cate Blanchet, Kate Winslet, Melanie Griffith gibi anlı şanlı şahsiyetler gerek konuk oyuncu olarak monologları canlandırarak, gerek harekete bağış toplanmasını sağlayarak, gerekse vajina içerikli farklı performanslar sergileyerek desteklerini esirgemiyorlar. Bugün V-Day Fonu dünyanın çeşitli ülkelerinde kadınlara yönelik şiddete karşı savaşan yerel örgütlenmelere mali destek veriyor.ŞİMDİ BU ÇOK ÖNEMLİ HAREKETİ BAŞLATAN, OYUNUMUZUN YAZARI EVE ENSLER İLE YAPTIĞIM SOHBETİ SİZİNLE PAYLAŞMAK İSTİYORUM...Eve Ensler’den kısaca bahsetmenin imkanı yok. Dünya üzerindeki birçok kadının idolü. O bir şarkıcı, aktrist ve oyun ve kitap yazarı. Yazdığı oyunlar ve kitaplar yok satıyor. O ise sanat kariyerine kadın haklarını savunmak ve kadına karşı şiddeti durdurmak için ikinci plana atabilecek kadar yürekli ve savaşçı bir kadın. Benim bir V-day aktivisti olmamı ve kadın hakları için çalışmamı sağlayan Eve ile 17 – 20 Nisan tarihlerinde Brüksel'de bir araya geldik. Uzun ve yorucu bir maratonun ardından bize çok özel anlar kaldı. AM : Bize biraz Vajina Monologları serüveninden bahseder misin ? EE : Sivil Toplum örgütleriyle çalışıyordum. Neredeyse dünyanın yarısını gezdim. Özellikle de 3. Dünya ülkeleri, savaş ve çatışma içindeki ülkeleri.... Oralarda ki manzaralar korkunçtu. Özellikle de kadının durumu perişandı. Hem yokluk ve açlıkla mücadele edip, hem de şiddetin her türlüsüne maruz kalıyordu. Ben de gittiğim ülkelerde kadınlarla cinsellikleri ve yaşadıkalrı üzerine röportajlar yapmaya başladım. Daha sonra yaptığım röportajları çevremin de fikriyle kitaplaştırmaya karar verdim. Çünkü kadın olarak bazı şeylerin konuşulmazlığı resmen bir Tabuydu. Konuşursan kötü kadınsın. Sıkıntılarını ve sorunlarını paylaşmazsan iyi bir kadınsındır. Dünya üzerindeki birçok kadınla yaptığım röportajlarımı topladığım kitabım “ Vajina Monologları ” basıldığında ilgi uyandıracağını biliyordum ama böyle bir başarı ile karşılaşacağımı beklemiyordum. AM : Peki V-Day’in doğuşu tamamen “ Vajina Monologları ” ile alakalı diyebilir miyiz? EE : Kitabın 35 dilde çevirisi yapıldı. Dünyanın her yerinde tiyatrolarda sergilendi. Broadway Batıyakası tiyatrosu ve Londra’nın Batı bitişi Tiyatrolarında kapalı gişe oynadı. 2002 Olivier Ödüllerinde, en iyi tiyatro ödülünü kazandı. Bu da beni yeni fikirlere doğru itti. Ne yapmam gerektiğine o zaman karar verdim. Bir kadın koruma hareketi oluşturacak ve dünyadaki kadınların haklarını koruyacaktım. “ Eve Ensler, Vagina Monologlarından kazandığı deneyim ile V-DAY organizasyonunu yarattı. Küresel bir hareket olan V-Day’in amacı kadın ve kızların maruz kaldığı şiddeti önlemek ve haklarını her platformda savunmaktı. ”AM : Peki bu hareket sanatçı Eve Ensler’i nasıl etkiledi ? EE : Eve Ensler kendini şiddeti durdurmaya ve dünyayı kadınlar için daha yaşanır bir hale getirmeye adadı. Ama santçı kişiliğinden ve işlerinden ödün vermedi. Hatta o kadar güzel bir harman yaptım ki sanatımı kadınlar için kullanmaya başladım. Bu da beni yaptığım işte daha başarılı olmamı sağladı. Kitabım için 200’den fazla kadınla görüştüm. Onların seks hayatları ile görüşlerini aldım. Başlarına gelenleri dinledim. O kadar inanılmaz hikayeler vardı ki insanlığımdan utandım. AM : V-Day ‘in bugünkü durumundan biraz söz eder misin ? EE : V-day bugün şiddet karşıtı organizasyonları destekleyen büyük bir küresel hareket oldu. Daha büyük bir mücadele için halkların ilgisini şiddeti durdurmak için ki bunların arasında seks köleliği, ensest ve genital problemler de bulunmakta çekme çabasındayız. Tek amacımız kadına karşı her türlü şiddeti durdurmak. Hareketimiz , 7 yıl içerisinde 25 milyon dolar para topladı ve Worth dergisi’nin en iyi 100 yardım kuruluşu içine girdi. Aramıza katılan binlerce aktivist yerel ve uluslararası kampanyalar düzenlemekteler. V-Day ile alakalı birçok oyun sahnelemekte, eğitici film ve kitaplar dağıtılmakta ve seminerler düzenlemektedir. “ Eve, sesini her yere duyurabilmek ve savaş bölgesindeki kadınlara destek olmak için Broadway Variety Sanat Tiyatrosunda, “ Bosna Mülteci Kampınında ” geçenNecessary Targets, ı Şubat 2002’de sahneledi. Ama bunun dışında Ensler’in diğer oyunları, Conviction, Lemonade, The Depot, Floating Rhoda and the Glue Man, ve Extraordinary Measures bulunmaktadır. ” “ Tabi Eve hiç bir zaman boş duramadığı için yeni projeler hep peş peşe geldi yeni kitapları V-World ve I Am An Emotional Creature. Vagina Warriors, Bulfinch tarafından V-Day 2005 ‘e özel olarak basıldılar. The Vagina Monologues, The Good Body, ve Necessary Targets kitaplarının yayınevi ,Villard/Random House. ” “ Eve’i dünya daha çok gönüllü kurucu olarak bilse de bunlara asıl sebep olan güçlü kalemi ve öngörüsüdür. Hikayelerine hayat vermekte çok başarılı olan Ensler, birçok oyun yazarlığı ödülü de kazandı. ” AM : Hikayelere çok özel kişilikler kazandırıyorsun. Peki hiç ödül kazandın mı ? EE : Tabii, ve bu ödüllerin her bir doğru yolda ilerlediğimin bir kanıtlarıydı. Bana kalemimi hep böyle güçlü tutmam gerektiğini hatırlatıyorlardı. Ve asıl bir sanatçı olarak ödül kazanmak ise tam bir güven mekanizması. İnsan kendini çok iyi hissediyor.Kısaca ödüllerden bahsetmem gerekirse de, Guggenheim Dostluk Ödülünü oyun yazarlığı dalında kazandım. Bu ne ilk ne de son ödülümdü. İleri zamanlarda sırayla, oyun yazarlığı dalında the Berrilla-Kerr Ödülünü, Solo performansı ile the Elliot Norton Ödülünü ve ABD komedi sanat festivalinde tiyatro alanında Jüri ödülü almaya hak kazandım. Obie-Ödülünü - The vajina monologalrının , yazarı olarak kazandım. Sanat ödüllerimin yanında, lider bir sivil toplumcu olarak ta ödüller kazandım. 2002 Uluslararası Amnesty Medya Ödülünü liderliğim için verdiler. Ayrıca aynı yıl The Matrix ödülüne de hak kazandım. Bu demekti ki, Eve sen doğru bildiğin yoldan şaşma, bu işi gerçekten iyi yapıyorsun. Dünya kadınlarının V-Day’e ve desteğe çok ihtiyaçları var. Ve sen bunu onlara veriyorsun. Belki birebir değil ama yerel aktivistlerinle, çabalarınla, hareketinle, ödüllerinle diye düşündüm.AM : Ben biliyorum ama Türk okurları için Eve Ensler şu anda neler yapıyor ? EE : Evet şu anda bildiğin gibi PEN Amerikan Merkezi kadın kollarının başkanılığını yürütüyorum. Aynı zamanda 1998 yılından bu yana Bedford Hills’te kadınlar için çalışıyorum. Mayıs 2003’te , Eve, Middlebury Kolejinden Onursal Doktora ünvanımı aldım. Bir iki sene önce ise, Kadınlara adanmış, onların haklarını ve yaşadıklarını anlatan What I Want My Words To Do To You, belgeselinin yapımcılığını üstlendim. Belgesel’in dünya prömiyeri 2003 yılında Sundance Film Festivalinde gerçekleştirildi. Özgürlüğün açıklanması ödülünü kazandık. Gerçekten çok güzel ve etkileyici oldu... AM : Daha dünyada hiç oynanmamış bir oyunun var. Good Body . İstersen ondan da konuşalım biraz. EE: İyi olur. Oyunun konusu, gene kadınlar ama bu sefer alt yapıları, kültürel seviyeleri ve eğitimleri ne olursa olsun görünüşlerini değiştirmek isteyen, zinde ve güzel olmak, kabul edilmek yani Güzel olmak için uğraşan kadınların hikayesi. Güzellik kavramı ve neyin güzel olduğu ile ilgili. Botox ve estetik toplumunu hicveden bir eser. Komik yanları da olan ve gene birebir kişilerle yaptığım görüşmeler ve yazdığım hikayeler doğrultusunda kurgulanan bir oyun. Kadınları düşünmeye sevk edecek. Herkes kendinden birşeyler bulabilecek. “ Vajina Monologları ” nda olduğu gibi “ The Good Body ” le Türkiye’den de ilgilenen çok kişi ve tiyatro oldu. Ama Dünya premier’ini de kısmetse Türkiye’de seninle birlikte yapacağız. Onun için de ayrıca heyecanlıyım. AM : Peki klasik olarak Eve Ensler geleceğini nasıl görüyor ? EE : Ben ilk bu hareketi oluştururken, tüm aktivistlerime bir söz verdim. 2005 yılı bitmeden Dünyada kadına uygulanan şiddeti bitireceğiz, dedim. Yıl 2005 ve yapılacak daha çok fazla iş var. Onun için çok sıkı çalışmalıyız. Özellikle savaş bölgesindeki kadınları koruyacağız, islam ülkelerinde çalışmalarımıza hız kazandıracağız. Zaten Brüksel’de de bunlara değindim. Yerel aktivistler daha çok çalışacaklar. Umarım şiddet konusuna kesin çözüm olacağız. Daha sonra da her alanda kadın hakları üzerine çalışmaya devam edeceğiz. Gelişen global dünyada, kadına hakettiği konumu kazandıracağız. Yeni oyunu The Good Body Broadway ve San Francisco’da oynanmakta, ve workshop prodüksiyon olarak Seattle Repertory Tiyatrosunda sergileniyor. The Good Body ‘de diğer kitapları gibi Villard/Random House tarafından yayımlandı.En az Vajina Monologları kadar ilgi çeken oyun şu an sadece Amerika’da sergilenmekte.

17 Ağustos 2007 Cuma

niye kötü kalpliyiz?

Tuğba Özay olayı olduğundan beri çok rahatsızım..Kendisi fazla tanımam herhangi bir arkadaşlığım yoktur,bir kaç iş görüşmesi dışında...Ama çok üzüldüm başına gelenlere.Beni sinirlendiren şey ise herkesin bu işten rant elde etmeye çalışması...Herkes bir anda bu işin içine bir şekilde karışır oldu...Bugün hiç bir sözüne Amerika da yıllarca yaşamış biri olarak pek inanamadığım[ ki zaten bazı yerleri bilirsen oraya gittiğinde mutlaka ünlülerle karşılaşır ve yanyana fotoğraf çektirip sonra da kankan olarak aktarabilirsin] bir oyuncu olduğunu bilmediğim ama öyle olduğunu söyleyen bir şahıs çarşaf çarşaf bir sürü şy söylemiş,sonra bugün yayına davet edildi...orda çevir kazı yanmasın,ağzının içinde herşeyi yuvarladı...Günlerdir başka arkadaşları bir anda onu yerle bir etti...
Öğrenemediğimiz ve atladığımız bir şey var...Herşey insan içindir ve bir gün başına herkesin başına herşey gelebilir bana asla olmaz diye bir mantık yürütüp o anda düşene biz de bir tekme vuralım yapmamalıyız...Bizim mikrofon uzatıldığında veya sorulduğunda bu konuyla ilgli vereceğimiz cevap iyi temenniler sunmak olmalıdır...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ? İNSANLARIN BAŞINA BİR ŞEY GELDİĞİNDE VEYA BİRİ BİRŞEY SÖYLEDİĞİNDE YANGINA KÖRÜKLE GİTMEKTEN VAZGEÇTİĞİMİZDE VEYA BAŞKALARININ KÖTÜ ZAMANINI KENDİMİZ İÇİN FIRSAT OLARAK GÖRÜP ONLARIN ÜZERİNDEN RANT ELDE ETMEYE ÇALIŞMADIĞIMIZDA....

16 Ağustos 2007 Perşembe

Galiba bu Cumhurbaşkanı benimde Cumhurbaşkanım olmayacak

Galiba bu Cumhurbaşkanı benim de Cumhurbaşkanım olmayacak…
Beni tanıyanlar Atatürk konusunda ne kadar hassas olduğumu ve onun çizgisinden uzaklaşanları hayatımdan çıkardığımı bilirler… Çok mu önemli? Bilmem benim için önemli…En azından ben hala ona saygımı koruyorum ve kabul edemiyorum.Edemediğimi her yere haykırıyorum… Benim gözümün önünden Atatürk’le ilgili söylemler hala gitmiyor…Kimseyle kötü olmamak için ortada bir o yana bir bu yana kaytaranlardan değilim, en azından acı çekiyorum ama yine de adını her tarafa duyurabilmek için elimden geleni yapıyorum…Ben çaba harcıyorum…Atatürk’ün eşide türban takarmış…80 küsur yıl sonra ortaya atılan kendini aklama yoluna bakarmısın? Peki o zaman kılık kıyafet kanunu yapılmış mıydı? Tarih bilgilerinizi bir yinelermisiniz lütfen…Ve o türban mıydı yoksa eşarp mı? Bir de onu kontrol edelim o zaman…
Sevgili Emin Çölaşan…Duayen…Yazılarıyla her zaman doğru yerlerde olmuş,inandığı şeylerden vazgeçmemiş duayen gazeteci…Ve onu kendi yoluna çeviremeyenler çareyi işten çıkarmakta buldular…Öyle bir gazeteciyi bu kadar güçlü bir kalemi…Doğru söyleyeni Dokuz köyden kovarlarmış…İşte bugünlerde en güzel örnek…
Biz nerdeyiz? Nereye gidiyoruz? Sonumuz ne olacak? Son zamanlar bazı kişiler kızsa da benim fazla panik yaptığımı söyleseler de bütün endişelerim kapımızda…Son zamanlar bazı kişiler kızsa da benim fazla panik yaptığımı söyleseler de bütün endişelerim kapımızda… …Artık hiçbir şeye yorum yapamıyorum…Gerçekten.Sadece ağlıyorum... Beni tanıyanlar bilir Atatürk’e ne kadar taptığımı…Ve... adeta çıldırmak üzereyim…Sanki bir kabus yaşanıyor ve uyandığımda her şey bitecek…Ama uyanamıyorum ve üstelik uyuyamıyorum da…Her gün içtiğim bitkisel bir tablet birkaç saat gözlerimi kapatıyor ve kabuslarım başlıyor… Artık kafam o kadar karışık ki…Hala inandığım tek şey var gün gelecek devran dönecek…Yeter ki çok geç kalınmasın…1950 yılı tekrar yaşanıyor sanki…O 10 yıllık period gözümün önüne geliyor…Tarih tekerrürden ibaret bu olsa gerek…
Ve şu anda kaybeden sol kesime kaybettiren Cumhuriyet Halk Partisine söyleyecek söz bulamıyorum…Yükünü kaldıramayacağın şeylerin altına imza atma,Vebali çok olur…Hesabını veremezsin…
Söylenecek söz bulamıyorum…Üzgünüm..sözlerimi Atatürk’e ithaf ettiğim şu dizelerle bitiriyorum…
Az önce bomboştu sayfam, bembeyaz dokunulmamış anılarımla örtülü Oradan buradan şiirlerle sokuluyorum
sevdalara ürkütmeden çok uzaklardan fırtınalı denizlerden Alıp, Seni gizliyorum, maviliklerle Gölgesine dizelerimin... Ve korkuyorum artık güzel mavi gözlerin bana bakmaz,
Beni sessiz kalıyorum diye suçlar mı? Daha çok çaba harcamalısın,
Sahip çıkmalısın elindeki sana verdiğim değerlere Ve sahip çıkmalısın kendine diye Duyuramadığın gözyaşların dökülür mü ?SAYGILARIMLA